31 Ekim 2023 Salı

ÇOŞKU VE UMUTLAR

ÇOŞKU VE UMUTLAR

29 ekim Cumhuriyet Bayramı tüm Türkiye’de halkın çok büyük katılımı ile kutlandı.

Son günlerde "büyük katılımlarla ve çoşkuyla”, bayrağına ve Atatürk'e sahip çıkarak, cumhuriyetin 100 yılını, bayramı kutlanması çok sevindirici ve umut vericidir.

Sevindiricidir...

100 yılın deneyimleri ve yaşanmışlıkları ile görüyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, ulusçuluk ve devrimcilik ilkeleriyle halk egemenliğine dayanan bir Türk devletidir.

Bu devlet tam bağımsız, çağdaş, demokratik, laik, parlamenter bir sosyal hukuk devleti ve ATATÜRK DEVRİMLERİ ile ulus olarak çağdaş uygarlık düzeyine erişmek hedeflerini taşımaktadır.

ATATÜRK kamu haklarına dayalı devletçi iktisadın yanı sıra sanayide, eğitimde, tarımda, sağlıkta, ulaşımda, iletişimde, ekonomide devletçi ve kamucu bir siyaset yürütmüştür ve uygulamıştır.

Atatürk 30 Ağustos 1925 tarihli Kastamonu konuşmasında devrimlerin amacını şöyle açıklamıştır:

-"Türk milletinin son asırlarda geri kalmasına neden olan bütün kurumları kaldırarak yerine milletin karakterine, şartlara ve çağın gereklerine uygun ve ilerlemeyi sağlayacak yeni kurumlar kurmak ve Türkiye'yi çağdaş medeniyetler seviyesine çıkartmaktır."

Atatürk'ün yaptığı devrimlerle ancak bugünkü çağdaş Türk toplum düzeni oluşmuş oldu.

Çağdaş devlet düzeninde “temel” alınan esaslar çağın “ilerleyen” devletlerindeki ilerlemeyi sağlayan sistemleri bir “”devrimle” uygulayarak “çağdaş uygarlık seviyesi”nin üstüne çıkmaktır.

"TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ"nin kurulması ile "Türk Aydınlanma Çağı" başlamıştır.

Cumhuriyet ve devrimlerine sahip çıkmaya devam edilmelidir.

Her türlü bölünme ve parçalanmışlık sonucunda halkın temel yurttaşlık duyarlılığı ve bilinci zedelenmiştir; devlete ve siyasi organlara, kişilere olan güveni yara almıştır.

Bir temel bakış açısı ve duruş kesinlikle kazanılmalıdır:

Her türlü “etnik ya da dinsel” temelli düşünce ve yapılanmalar sonucunda ülkenin birliğine ve bütünlüğüne, ulusal sınırlara yönelik girişimlere katkı ve destek verilmemelidir.

Demokrasinin çağdaş hak ve özgürlükleri çerçevesinde düşünce ve örgütlenmeler olabilecektir, olmalıdır da ama bunlar Türkiye Devleti’nin parçalanmasına, bölünmesine ve gücünü zayıflatmaya yönelik olamaz.

Buna izin verilmemeli ve bu tür düşünce ve yapılanmalardan uzak durulmalıdır.

Bizim için belirli ve kabul edilmiş olan en tutarlı ve de en sağlam duruş ve görüş, Türkiye’nin ana kabul edilmiş, yerleşmiş modeli çok açıkça ve iyice kavranmalıdır.

Son yılların belki de son 30-40 yılın geri sayımları ve ihmalleri ile bugün çok büyük bir zayıflama ve bilinçsizlik ve hatta korku dönemi yaşanmaktadır.

Halk artık görülmektedir ki çok sıkıntılı ve güçsüz, umutsuz ve çaresiz bir ruh durumuna sokulmak istenilmektedir.

Bunu isteyenler, bunu planlayıp, programlayan çok büyük güç odakları olabilir ve hatta onlar çok başarılı ve kendilerinden emin de olabilirler.

Tüm bunlara rağmen bize, Türk milletine düşen, halkına ve aydınlarına, entelektüellerine ve yurttaşlarına düşen ise bu oyunları görüp, anlamak ve uyanık olmaktır.

Her türlü etnik, dinsel ve kültürel, sosyal, ekonomik, öğretimsel, mesleksel, eğitimsel farklılıklara, çokluklara, kitleselliklere “rağmen” tüm bunları hepimiz için çok büyük bir varsıllık olarak kabul edip, algılamalıyız.

Hayır! Bizi bize karşı kullanmalarına, düşmanlaştırmalarına, karşıtlaştırma yaratmalarına “hayır” demek zorundayız.

Çok güçlü ve teknik donanımları ellerinde olan “global emperyalist” yapılanmalar hiç durmadan birlik ve bütünleşmeye karşı çalışmalar, uygulamalar yapmakta ve yurttaşların zihinsel kodları üzerinde etkileşimlerini artırmaktadırlar.

Bir kesim yurttaş “politik bilincim yüksek, bilgim ve görevim bana bunları gösteriyor” dürtüsü ile, “kendini haklı” çıkaracak düşünce ve fikirlere kapılıp ülkenin bütünlüğüne “karşı” çıkabilecek eğilimlere yönelebilmekte, çeşitli örgütler ve hatta siyasi partiler kurabilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti şu an geçerli olan anayasaya ve yasalara göre demokratik özellikler taşıdığı içindir ki bu kesimler bu olanaklardan yararlanabilmektedir.

Devletin biçimini, yapısını temelden değiştirmek ve şu ana kadar kabul edilmiş ilke ve görüşleri, duruş ve tutumları yok edip tamamen farklı ve çağa da ters düşecek ve hatta demokrasi karşıtı olacak devlet modellerine bile yönelebile eğilimi gösterebilmektedir.

Devlet yapısı ve siyaset-politika en doğal biçimiyle çok önemlidir, bunda hiç bir endişe olmamalıdır ve yine kuruluş ilkelerine ve kendi öz seçimlerimizle gele geldiğimiz ve uygulayıp başarı elde ettiğimiz yönde devam etmeliyiz.

En büyük eksiklik ve bunun yan etkileri nedir ki şu an çok büyük ve çok yönlü sıkıntılar çeken bir toplum ve devlet olduk?

Nerede, neyi eksik uygulamaktadırlar?

Halkın, yurttaşların gösterdiği eksiklik, zayıflık ve duyarsızlıklar neler olmuştur?

Ne gibi etkiler yurttaşların bilinçsizleşmesine, düşüncesiz ve duyarsız, dengesiz... davranmasına yol açmaktadır?

Hangi yapılanmalar, örgütlenmeler ya da kuruluşlar, partiler... devletimizin dirliğine ve bütünlüğüne kuruluş ilkelerine, cumhuriyet devrimlerine, çağdaşlaşmamıza, uygarlık yolunda ilerlememize engel olmak istemektedir?

Var olan demokratik anayasal kavramlar ve kurallar, maddeler neden tam olarak uygulanmamaktadır?

“Eğitimde birlik” temel ilkesinden ve yasanın uygulanmasından hangi nedenlerle ve kimlerden dolayı vaz geçilmiştir?

Neden, bu devletin ve halkın dili, anadili olan Türkçe hor görülmekte ve de içine birçok yabancı katkılar yerleştirilmek istenilmekte, ülkenin her yerine yabancı dil ile yazılı levhalar asılabilmekte, insanların konuşma diline “yabancı” sözcükler yerleştirilmekte?

Çok boyutlu ve çok yönlü olan bu baskılamalar ve etkilemeler neden halkın büyük kesimlerince görülememekte, anlaşılamamakta?

Dünyanın gözü önünde verilen Türk Kurtuluş Savaşı GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK önderliğinde ve onun bilgisi, kişiliği ve becerileriyle, halkını derleyip-toplaması ile, gerçek ve doğru hedefleri göstermesi ile olmuştur.

Neden, tüm bu en önemli gerçeklere rağmen ülkenin içinde yine de bazı kesimler ve kişiler ATATÜRK’ü anlamakta ve ona saygı, sevgi göstermekte hep geri kalmış ve hatta onu yok saymak istemektedir?

İktidara gelmek ve ülkeyi çok daha iyi, çağdaş ve demokratik yollarla ve yöntemlerle yönetmek isteyebilecek kesimler, parti ve kişiler neden bir türlü istenilen “kaliteyi” tutturamamakta ve gelişememektedirler?

Sorgulamayan, eleştiremeyen, araştırıp, incelemeyen, okuyamayan, beşeri düşünemeyen, entelektüel düzeyi çok düşük kitleler ve kişiler ile ne kadar daha gidilebilir ki?

Çok fazla kavrayıp, anlayamasak da bölgesel çatışmalar, dünya üzerinde oynanan oyunlar, sataşmalar, savaşlar çok açıkça her gün gözlenebilmektedir ve üzerinde haberler, konuşmalar yapılmaktadır.

Devlet yönetiminin en iyi olduğu demokrasi bizde de anayasal olarak kabul edilmiş.

. Her türlü uygulama ve yöntemde demokrasinin “şekilsel” yanı ve yöntemlerinden yararlanılıyor.

. Seçimler, siyasi partiler, tüzükler, kurullar, adaylar, kurultaylar v.b.... genelde şekilsel olarak var.

. Parlamenter demokrasinin temel kuralları ise bir kenara ayrılmış.

. İlkesel ve mantıksal olarak demokrasinin ana ruhuna uyulduğunu söylemek ise oldukça zor.

. Seçmenin, halkın genel durumu, bilinç ve eğitimsel düzeyi ise ortada..

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı tüm bu durumlar içerisinde ”ülkesinin ne sıkıntılara daha gireceğini, sınırlarının ne gibi tehlikeler altında olduğunu, ülkesini bir yerlerden birilerinin parçalama planları yapmak için çalıştığını ve geleceğimizin pek de aydınlık görünmediğini” anlayamıyor mu, anlamak mı istemiyor?

Evet, tüm bunları düşünmek, anlamak, algılamak pek de kolay olmayabilir; ama genel eğilim ve yönelim aslında çok önemlidir.

Zaman çok hızlı akıp, gidiyor ve biz, insanlar elimizdeki iyi şeylerin, güzelliklerin, haklarımızın, huzurumuzun yitip gitmesini hiç istememeliyiz.

Son kurultayı ve gelişmeleri de bu bakış açıları içinden incelemek ve yorumlamak yararlı olacaktır.

"ÜLKE İÇİN GEREKLİ OLAN" nedir, diye düşünüp, davranmak gerekir.

§       Türkiye Cumhuriyeti LAİK, DEMOKRATİK bir HUKUK devleti olmalıdır.

§       GÜÇLER AYRIMINA DAYANAN bir devlet yönetimi uygulanmalıdır.

§       Devletin KURULUŞ İLKELERİNE ve ATATÜRK DEVRİMLERİNE sahip çıkılmalıdır.

§       ULUS DEVLET olarak Türk milletinin BİRLİĞİ VE BÜTÜNLÜĞÜ sağlanmalıdır.

§       Dar gelirliden yana ADİL VE GÜVENİLİR, bir vergi sistemine geçilmelidir.

§       CUMHURİYETİN KAZANIMLARINA sahip çıkılmalı ve yitirilenler geri alınmalıdır.

§       Tüm seçmenler için, yurttaşlar için ülkenin yalnızca parti ve başkanı değildir asıl olan tümüyle ÜLKENİN GELECEĞİ için UMUT VERİCİ ve İNANDIRICI olmak gerekecektir.

§       Türkiye devleti ile, milleti ile her alanda çok zor durumdadır ve kurtuluş için, kalkınmak ve ileriye gidebilmek için “ATATÜRK DÜŞÜNCE ve HEDEFLERİNE, İLKELERİNE” sahip çıkıp, uygulamalara girişilmelidir.

Sağlık, akıl ve ruh sağlığı, sağlıklı düşünme ve kavrama, karar verme yeteneği de çok önemlidir.

CHP 38. KURULTAYI ikinci oylama sonucu belli oldu ve ÖZGÜR ÖZEL partinin yeni başkanı seçildi.

Kendisini yürekten kutlamalıyız ve Türkiye için yeni umutlar ve aydınlık bir dönem dilemeliyiz.

Milletin umudu ve son günlerdeki cumhuriyet coşkusu karşılıksız kalmayacaktır ve görüldüğü kadarıyla kalmamıştır.

CHP cumhuriyetin, demokrasinin ve ATATÜRK’ün partisi olmalı ve bu yolda çağdaş, demokratik bir hukuk devletinin gerçekleşmesi için çalışmalıdır.

Biz de yurt severler olarak bireysel, kişisel gelişimize de önem verip, zaman ayırıp, kendimize ve ülkemize sahip çıkacağız.

Huzur içinde bir barışçı refah toplumunda yaşayabilmek için, güzel yarınlar için hoşça kalın...

.   Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 05.11.2023

 


28 Ekim 2023 Cumartesi

EN BÜYÜK BAYRAM

   BUGÜN EN BÜYÜK BAYRAM

YÜZÜNCÜ YILI Nasıl ANLAMALIYIZ?

Yüz yıl önce kurulan Türk devlet, Türkiye cumhuriyeti 1923 yılında yeni sorunlarla, yeni “karşı devrimci” yapılanmalarla karşılaşıyor.

Uzun yıllardır çağdaş, demokratik cumhuriyete ve onun laik bir “hukuk devleti” olma özelliğine karşı çıkışlar ve birleşimlerde bulunulduğunu açıkça görebiliyoruz.

Devletin en sağlam temelleri, ana kuruluş ilkeleri, üzerinde yükselip uygar bir yolda ilerlemek istenilmenin engellenmeye çalışıldığı istem ve girişimler görülmektedir.

29 ekim büyük bir bayramımız olmakta ve herkesin, bu ülkede yaşayan herkesin son Türk devletinin kuruluşuna en derin sevgi ve saygılarla yaklaşması gerektiğini düşünmeliyiz.

Türk kurtuluş savaşı neden oldu, kimlere karşı yapıldı, Türk askerleri ve halkımız en zor koşullarda iken bile ulusal önderimiz, büyük asker ve kahraman MUSTAFA KEMAL ATATÜRK önderliğinde, onun komutasında ve düşünceleri, taktik ve stratejilerine uygun olarak yurdunu nasıl korumuş ve kurtarmıştır?

Evet, yüz yıl önceki olayları, oluşumları, o zamanların gerçeklerini bugün hemen “bilip, aklımıza geldiği gibi yanıtlayamayız”, diyemeyiz.

Çünkü, o günlerin her bir adımı, her bir an ve düşünce, görüşmeler ve anlaşmalar, atılan her adım tarihe geçmiştir, yazılı olarak belgelenmiştir.

Bunların böyle yazılı olabilmesi ve kayda geçirilmesi ve halka, dünya uluslarına açık olarak yayınlanması da yine Atatürk’ün ileri görüşü ve yönlendirmesi ile olası olmuştur.

Biz o günlerden bu günlere kadar gelen kuşaklar gerek okullarda, gerekse de özel yaşamımızda her zaman güven ve onur içinde yaşar ve geleceğimize de umutla bakarken tarihsel gerçekleri, olayları ve kazanımları da okuyabilme, öğrenme şansına sahip olmuş olmalıyız.

Türk Kurtuluş Savaşı ile emperyalizme karşı çıkılmış ve özgür ve bağımsız bir devlet kurulmuş, cumhuriyet yönetimine geçilmiştir, diye düşündüğümüzde ve buna da inandığımızda aslında derin bir “yurttaşlık bilincine” de erişme yolunda olduğumuzu anlamalıyız.

Cumhuriyet ile yeni bir devlet kuruldu ve adına Türkiye Cumhuriyeti denildi.

100 yıl önce 29 ekimde Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

Cumhuriyet'imizin ilân belgesi şöyle idi:

-"Hâkimiyet, bilâ kayd ü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müsteniddir. Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti Cumhuriyettir." 29 Ekim 1923

Cumhuriyet bağımsız bir devletin içinde yaşamak demekti.

Cumhuriyet başka devletlere boyun eğmemek demekti.

Cumhuriyet halkın kendini yönetmesi demekti

Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olması demekti.

Bugün işte bu yeni rejim Cumhuriyet tam 100 yaşında ve birçok kazanımları, edinimleri ne yazık ki şu an karşıt hareket ve uygulamalar ile yitirilmekte...

Acaba egemenlik kayıtsız şartsız elimizde midir, bağımsız ve özgür bir devlet olabiliyor muyuz?

Sorup, sorgulayıp, üzerinde düşüneceğimiz, yanıt verip, gereğini yapmak zorunda olduğumuz sorular bunlardır!

O zamanlar ülkenin rotası modern ve batıya bakan olarak belirlenmiş gibiydi.

Bugün ise ülke doğu kökleri ile Avrupa özlemi arasında parçalanmış durumda gözüküyor.

Hızla arta n nüfusuna eklenen denetimsiz sığınmacı, mülteci kitleleri çok büyük endişe yaratmaktadır.

Halkın çok büyük kesimi geçim sıkıntısı, beslenme ve barınma zorlukları ile karşılaşmaktadır.

Enflasyon hızı dünya düzeyinde en üst sıralardadır.

Memur, işçi ve emekli kesimi, tarım ve hayvancılık ile uğraşanlar nüfusumuzun büyük bir oranı aylık ellerine geçen para ile geçinemez durumdadır.

Faizlerin oranının çok yükselmesi, TC Merkez bankasının bağımsız ve özgür olamaması, kara paranın istediği gibi girip-çıkması, çeteleşmenin, rüşvet ve soygunların önlenememesi, hukukun üstünlüğünün sağlanamamış olması bizim bugün cumhuriyetimizin 100. yılını coşkuyla kutlamamıza  gölge düşürüyor.

Çok karışık duygular içinde bulunuyoruz: Bir yanda çok sevinçliyiz ve bayram yapmak istiyoruz, öte yandan cumhuriyetin ve tüm kazanımlarının, devrimlerinin bugün elimizden kayıp gittiğini görerek üzülmekteyiz.

Evet, bu kargaşık, huzursuz ve mutsuz durumu, halkın bu ruh halini, güçsüzleşmesini isteyen global güçler ne yazık ki şu an başarılı olmuşlardır.

Türkiye zamanla nasıl değişti ve nereye gidiyor?

Şu anki iktidar güçleri 20 yıldır devletin başında ve ülke çok büyük ve çok yönlü sorunlarla uğraşıyor.

Bu iktidarın etkisi ve uygulamaları ile Türkiye neredeyse hiç olmadığı denli dönüştürüldü.

Yanlış bilgi ve bakış açılarıyla bilinçsiz halka bir Osmanlı özentisi ve beğenisi getirildi ve çağdaşlaşmaya, aydınlanma atılımlarına, devrimci girişimlere karşıt kitlelerin ve yapılanmaların oluşmalarına izin verildi.

Zamanla ne yazık ki, görülmüştür ki, “cumhuriyet ve devrimleri karşıtları” güçler hiç boş durmadan yurdun her bir yanında, adım, adım ve de başlangıçta gizlice ve çekinerek yapılanmalara girişmişler ve güçlenmişlerdir.

Dünyanın var olan güç odakları da yine bu karşı devrimci güçlere her zaman destek vermiş ve yönlendirmelerde bulunmuştur.

Cumhuriyet rejimi ile büyük bir öz güven kazanıp her türlü cumhuriyet devrimlerine inanıp, desteklemek ve geleceğe yönelik endişeler taşımadan yurda sahip çıkmayı, hukuka sahip çıkmayı ve dünyada örnek bir devlet olmayı hedeflemiştik.

Stratejik olarak, Türkiye’nin coğrafi konumu her zaman göze batmıştır ve de “yeni” kurulan Türk Devleti ilerleme ve kalkınma, demokratikleşme yolunda hızla ilerlemekte iken, bunu engelleyecek, durduracak gerici ve içten içe “ele geçirici” çalışmalar oluşmuştur.

Nedir bunlar, kimlerdir, diye sormak, araştırmak ve gerçekten tarihsel durumu kavrayabilmek ise her bir yurttaşın kendine düşen bir hak ve görevdir.

Araştırılıp, incelenmelidir, okumalı ve öğrenilmelidir.

Şu çok açıkça anlaşılmaktadır ki “kemalist, Atatürkçü, demokrat, çağdaş ve cumhuriyetçi” olması gereken ve “devleti ve cumhuriyeti” koruması gerekenler ne yazık ki ya kişisel çıkarlar peşine düşmüş, ya da durumun ciddiyetini kavrayamamış, her türlü iş birlikçilik ve hainlik ilişkileri içine girmiş olabilirler mi?

“Çağdaş, cumhuriyetçi, Atatürkçü, barışçı ve uygarlık yolunda, laik, demokratik”... diye adlandırılıp, sınıflandırılabilecek kuruluşlarda, siyasi partilerde, dernek ve örgütlerde geçmişte de, bugün de ne kadar çok üyeler bulunmakta idi ve yine bulunmaktadır...

Bunların her birinin gerçekten “cumhuriyet ve kazanımlarının savunucusu ve koruyucusu” olduğunu ve bu amaçlar, ilkeler doğrultusunda çalıştıklarını, çabaladıklarını söyleyebilir miyiz?

Yüz yıl sonra bu ülkenin her yanında, her kurum ve kuruluşunda, her bir okulunda, köy ve mahallesinde Cumhuriyetin 100. yılı sevinçle ve gururla büyük bir onur ile kutlanması gerekirdi.

Yüz yıl tarih içerisinde önemli bir zaman dilimidir.

Her devlet kendi yüz yılını gururla, sevinçle, her bir kesimi ile birlikte kutlamak ister, kutlar da..

Türkiye cumhuriyeti devleti çok daha önceden başlamak üzere bu yıl tüm zamanlı olarak yaygın ve örgün olarak sevinçle, saygı ve onurla yüzüncü yılımızı kutlamak zorunda idi.

Zorunda idi, derken olması gereken, olması beklenilen bu tür çalışmalar ve etkinlikler olmalı idi..

Son anda geçiştirmeli olarak yapılan gösteriler, toplantılar, yazılar, çizimler... inanın çok çok azdır.

Bizim var oluşumuz, “devleti kurma çabalarımız”, yoktan nerelere geldiğimiz, kazanımlarımız, ekonomik, endüstriyel, siyasi ve hukuksal, toplumsal başarılarımız, tarımda, öğretim ve eğitimde... elde ettiğimiz ilerlemeler hepimiz için birer başarı ve gurur verici büyük adımlar olmalıdır.

Gerek dinsel, gerekse de etnik görünümlerle kılıflandırılmış her türlü karşı girişim ve yapılanmalar devletin en önemli kurumlarında bile kendileri için yer kapmaya çalışmakta olmuşlardır.

Bizim yalnızca boş inançla, kulaktan edinilen söylencelerle değil okuyup, araştırarak, inceleyerek bu “devletin kuruluşunu ve kazanımlarını, büyük önder ve devlet adamı Gazi Mustafa Kemal’i, onun düşünce ve fikirlerini, söylevlerini, tek tek her bir atılımı ve yatırımları, ilerlemeleri, çağdaşlaşmayı ve aydınlanma hızımızı”... öğrenmek, bilmek ve gerçek bir “sağ duyulu” bilinçli yurttaş olmamız gerekmektedir.

Her bir sorun ortaya çıktığında, sıkıntıya düşüldüğünde Atatürk’ün kendi sözleri, verdiği açıklamalar, yanıtlar ve çözüm yolları, yaptıkları... karşımıza çıkacaktır.

Evet TÜRKİYE CUMHURİYETİ “devleti ve halkı” ile bir bütün olarak her şeyden önce, her şeyi ile Atatürk’ün düşünce ve hizmetlerine, görüşlerine ve attığı adımlara dayanan büyük başarılar toplamıdır.

Bu bayram bizim en büyük bayramımızdır.

YÜZÜNCÜ YIL bizim en büyük onurumuzdur.

Bu bayram her yerde her şeyden önce coşkuyla, sevinçle ve de cumhuriyetin kazanımlarını kavrayıp, sahiplenerek, marşlarımızla, tarihsel anlatımlarla, halk dansları ile, toplantı ve kaliteli konserler ile ciddiyetini ve güzelliğini asla yitirmeden kutlanmalıdır.

Türk milleti yaşadığı topraklarda “sömürgeci emperyalist güçler” tarafından tutsak duruma düşmesin, yurdumuz parçalanmasın diye Cumhuriyet’e sahip çıkmalıyız.

Bunu herkes anlamalı ve kavramalıdır; anlamayanlara ise anlatabilmek, kavratabilmek de yine önder ve aydın kitlelere, bilinçli yurt severlere düşen bir görevdir diye de düşünebiliriz.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK önderliğinde kurulan cumhuriyetimizin önemli kazanımlarını en kısa olarak şöyle sıralayabiliriz:

1. Yaşama hakkı

2. Sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı

3. Düşünce, toplantı ve gösteri özgürlüğü

4. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı 

5. Herkesin eşit şartlarda eğitim hakkı

6. Din ve vicdan özgürlüğü

7. Özel yaşamın gizliliği

8. Konut dokunulmazlığı

9. Dilekçe hakkı

10. Basın özgürlüğü

11. Eğitim ve öğretimde yenilikler ve kurumlaşmalar.

12. Bayındırlık alanında yapılan planlamalar ve yatırımlar.

Bugün 21. yüzyılın ortalarına geliyoruz ve artık “insan hakları” ve diğer “evrensel haklar” tüm devletlerce kabul görmekte ve önemsenmekte, uygulanmaktadır.

Türkiye geçen yüz yıl içerisinde devlet yapısında uyguladığı gelişmeler ve ilkesel doğrular ile bir cumhuriyet olarak kendisini kanıtlamıştır.

Son dönemlerdeki çok yönlü sorunlar ve yaşanılan sıkıntıların temel nedeni devletin kuruluşundaki temel ilkelerden ve ana hedeflerden uzaklaşılmasıdır.

Bunun en önemli yanı “çağdaş demokratik bir parlamenter hukuk devleti” olması konusunda yaşanılan değişikliklerdir.

“Güçler ayrımına” dayanan çoğulcu parlamenter yönetim biçimi kesinlikle çok önemlidir.

Hukukun herkes için tam ve eşit uygulanabilir olması ile “farklı uygulamalar, rüşvet, yolsuzluk, yasa dışılık, kayırmacılık, kara para aklama ve benzeri durumlar” önlenebilir, ortadan kaldırılabilir.

Bugün yüzüncü yıla gelindiğinde büyük bir ciddiyet ve istek ile “Atatürk devrimlerini, cumhuriyetin devlet ve millet olarak sağladığı kazançlar, edinimler, aydınlanma, çağdaşlaşma, yurttaşlık hakları”... gibi konular üzerinde durmalı ve düşünmeliyiz.

Eğer, uygun olmayan durumlar, bir gerileme, bir güvensizlik, eksiklik ve yolunda gitmeyenler... görülüyorsa bunların nedenini açıkça araştırmalı ve ortaya koymalıyız.

Evet, kişiler, siyasetçiler, partiler, kuruluşlar, kurumlar... çok önemlidir ve hizmet de vermektedirler; bunu kabul ettiğimiz kadar bunların tümünün de inceleniyor, eleştiriliyor olabilmesi gerekir.

Öte yandan artık herkes biliyor ki tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok büyük algı-zihin operasyonları uygulanmaktadır.

Son derece güçlü olan bir “tüketim toplumu” baskısı ve etkisi vardır.

İnsanların en küçük yaştan başlamak üzere tüm ilgi ve çekim alanının tüketime ve tüketim araçlarına odaklanması ve zihinsel anlamda ulusal kültürel değerlerin ve onların gücünün zayıflaması, yok edilmesi ve yerine kendilerince istenilen yeni bakış açılarının konmasıdır.

Bunu sistematik olarak uygulayan güçler ile medya, sosyal medya yüksek teknoloji, dijital çağ ile birlikte her yeri kapsamı altına alabilmektedir.

Gerçekten artık insanın erişebileceği verileri boyutu ve gücü, hızı son derece yüksek olmaktadır.

Bunu kişilere benimseten ve yaşam biçimi olarak yerleştiren “yeni sistem”in varlığı öyle etki yapmaktadır ki “ulusal düşünce, yurttaşlık, ulus devlet, ulusal tarih, evrensel kültürel ve ulusal değerler, alışkanlıklar, töre ve gelenekler” yerine özellikle “film-tv ve sosyal medya, basın, yayın aracılığı ile moda, müzik, giyim, dış görünüş, alış-veriş, gösteriş, beğenilme.. üzerine kurulmuş bir algı yeni bir dünya yaratmaya çalışılmaktadır.

Ana hedef yalnızca tüketime yöneltme olmadığı çok açıktır.

Buna rağmen bu görünenler ile birlikte ana amaçları “kendine, halkına, ulusuna, devletine, evrensel değerlere” sahip çıkabilecek, özgür irade sahibi bireyleri ele geçirebilmektir.

Gelecek yıllar için ana çatışma alanı bunlar olacaktır.

Öte yandan bölgesel olarak TÜRKİYE ve konumu her zaman o güçlerin “hedefi” olmuştur.

Bölgesel çatışmalara karışmadan ve ülkemize bulamasına izin vermeden barış ilkesine sahip çıkmalıyız.

Yüz yıl önce edindiğimiz, kazandığımız tüm varlıklarımıza tüm bu nedenlerden dolayı koruyup, sahip çıkmak zorundayız.

Bugün cumhuriyetin Yüzüncü Yılını bu duygu ve bakış açıları içinde anlamalı ve en ciddi, en içten yönleri ile kutlamalıyız.

Cumhuriyet bir “en büyük” kazanımdır ve bize “çağdaş demokrasiyi” sağlamaktadır.

Tüm bu nedenlerden dolayıdır ki her türlü güncel sorunlara çözüm bulmak için de yine temel kuruluş ilkelerimizi, kuruluştaki gücümüzü, duruşumuzu kavramalı ve yine uygulamaya koymalıyız.

Herkes kendince Türkiye Cumhuriyeti devletine, birliğine ve ulusal gücüne sahip çıkarak cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamalıdır.

28 ekim 2023 günü tüm Türkiye kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç ellerinde Türk bayrakları ile ve de büyük bir coşku, sevinç ve onur ile sokaklara dağıldı, okullarda, kurumlarda, şirketlerde “En Büyük Bayram Bu Bayram” kutlamaları yaptılar.

Çok sayıda büyük şirket Cumhuriyeti anmak için film ve videolar hazırlayıp yayınladılar.

Televizyonlar bayram ve cumhuriyet konusunda konuşmalara, kutlamalar ve haberlere yer verdi

Birçok gazete bayram için özel yayınlar hazırladı, ekler verdi.

Bu 28 ekim cumartesi bizlere, gelecek yıllara ve geleceğin 29 ekimlerine ışık olacaktır.

Türkiye ülkesi ile, halkı ve devleti ile hak ettiği yönetimlere kavuşacak ve dünya tarihinde güvenilen ve saygın yerine erişecektir.

Cumhuriyetimiz hepimize kutlu olsun!

Cumhuriyet bayramımız hepimize kutlu olsun.

CUMHURİYETİMİZİN 100. YILI HEPİMİZE KUTLU OLSUN.

. Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 29 EKİM 2023, Pazar.




 

20 Ekim 2023 Cuma

SAVAŞA HAYIR!

 .   -  SAVAŞA HAYIR!                       

Tarih, tarihteki büyük olaylar insanlığa, insanlara “savaşı ve savaşın nedenlerini, savaşın sonuçlarını” tüm dünyaya, tüm insanlara öğretememiş...

21. yüzyılda ve de enformasyon (bilgi-veri edinme) çağında yine dünyanın bir yerlerinde çatışmalar, kargaşalıklar, anlaşmazlıklar ve savaşlar çıkabiliyor.

Bazı güçler bunu kendilerinde neden bir hak olarak görüp, silahla ve her türlü araç-gereçle bir yerlere saldırıp, ateş açabiliyor ve insanları öldürebiliyor, sivillere, hastanelere bombalar gönderebiliyor...

Tüm dünyanın gözü önünde ve her türlü medyada açık, açık herkes bunları öğrenebiliyor.

Çok bilenler, uzmanlar, gazeteciler... bu konu üzerinde yazıyorlar, tartışmalar yapılıyor.

Çok geniş ve derinlemesine bilgiler açıklanıyor, ayrıntılara giriliyor.

Konu, savaş... öylesine bir duruma geliyor ki kimse tam anlamıyla bir şey anlayamaz oluyor.

Sömürüden ve büyük çıkarlardan yana olan ve her türlü gücü elinde tutup, dünya genelinde kendi hedefleri doğrultusunda diğer ülkelere etkilerde bulunup, onlara baskılar uygulayan ve böylelikle de kendi elinde bulunan savunma-savaş endüstrisine kazanç sağlamak için silaha ve öldürmeye dayanan savaşlar çıkaran emperyalist kişi ve kuruluşlar açıkça bellidir ve genelde neler yaptıkları, ortaklıkları, politik ilişkileri, ortakları, dostlar da çok açıkça bilinebilmektedir.

Sıradan insanlar, küçük ve barışçıl devletler ve de genel anlamıyla insanlık çok zor bir durumla karşılaşmaktadır.

Elinden barıştan yana, savaşa izin vermeyen bir yeni düzen, yeni bir kültür ve yeni bir dünya düzeni gelemeyen insanlar için ölmek, toplu kıyımlar, soy kırımları, saldırılar, savaşlar bir türlü engellenemiyor.

Çok geniş ve derinlemesine hızlı bilgi-haber akışı, veri sağanakları dünyanın her yerinde insanlığın her yerini sarmakta ve de tutsak almaktadır.

Uluslar arası hukuk, birleşmiş milletler... hiç bir yaptırımda bulunamıyor.

Hamas’ın 7 ekimde İsrail’e yönelik başlattığı ‘Aksa Tufanı’ isimli operasyonun ardından başlayan olaylar devam ediyor.

Tüm dünyada yankı bulan saldırıya karşı dünyanın dört bir yanında protestolar düzenlendi.

Bir yandan Ukrayna şimdi de Filistin-Gazze üzerine yapılan haberler, bilgilendirmeler...

Ne yazık ki savaş engellenmiyor, durdurulamıyor.

Gazze'deki El-Ahli Arap Baptist Hastanesi'ne bir roket isabet etti ve Hamas bunun saldırgan sonuçlarını neredeyse gerçek zamanlı olarak propaganda amaçlı gösteriyor.

Patlamanın duyurulmasından kısa bir süre sonra Hamas taraftarları tüm sosyal medya üzerinden görüntüleri yaydı:

-İsrail masum sivilleri katlediyor, böyle de devam ediyor; diye propagandasını yaptı.
Ortada bir İsrail var ve görünüşte her istediği gibi davranabiliyor ve topraklarını genişletmek için saldırabiliyor ve savaş çıkarıp, devam edebiliyor.

Ortada duruma şüphe ile bakanlar da var:

“Hastanedeki patlamadan kimin sorumlu olduğu önemli değil, yanlış yönlendirilmiş Hamas füzesi mi, İsrail ordusu bombası mı?

“Asıl gerçek bu mu” diye düşündüğümüzde anlıyoruz ki bu görülen konu ne tek boyutlu, ne de tek yönlü...

Tüm bu gelişmelerin ardından ABD Başkanı Joe Biden’ın İsrail’e doğru hareket ettiği, Biden Netanyahu ile ortak açıklama yaptı.

İngiltere Başbakanı Rishi Sunak, İsrail’in Tel Aviv kentine geldi.

Batı Şeria'da, Amman'da, Beyrut'ta, Berlin-Neukölln'de, Hamas taraftarları sokağa dökülüyor, çıldırırcasına öfkelerini gösteriyorlar.

Berlin'in ortasında bir Yahudi toplum merkezine kundaklama saldırısı var.

İsrail'in savaş uçakları, çatışmaların 15. gününde Nuseyrat Mülteci Kampı'nı hedef aldı. Saldırıda en az 13 kişi yaşamını yitirdi.

Gerçekten “sanki” ölümcül saldırıların sonuçları ve kaç kurban olduğu önemli değil, hiç çekinmeden saldırabiliyorlar.

İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi “Hamas'a bağlı unsurları ortadan kaldırmak amacıyla operasyonel bir görev üstleneceğiz, Gazze Şeridi’ne gireceğiz” dedi.

“Sanal bilgi savaşı” tüm dünyaya açık olarak tam gaz devam ediyor.

Ne tek bir İsrail devleti-toplumu var ne de tek bir Filistin devleti ve halkı var...

Radikal istekler, radikal güçler ortada iken ve hukuk devleti devre dışı bırakılabiliyor ise "Ortadoğu" hiç bir zaman ne tam bir barışa, ne de huzura kavuşabilir.

Radika ve sert görüşler, kesin ve sabit fikir haline gelmiş görüşler üzerinden savaşa kadar gidebilen örgütlenmeler, radikal kuruluşlar nasıl oluyor kendilerini güçlendirebiliyor ve de rahatça yayılabiliyorlar.

İsrail ile çatışmaya girebilmek ve bombalamak Filistin için nasıl bir planlamadır?

Tarihsel bakıldığında uzmanlar, tarihçiler, siyaset bilimciler birçok açık ve kesin veriler verebiliyor.

Ne zaman, ne oldu, İsrail nasıl ve ne zaman kuruldu?

Filistin nerden nereye geldi, topraklarını nasıl yitirdi, yüz binlerce Filistinli ne zaman, neden, kimlerin kararı ile topraklarından başka yerlere sürgün edildi?

İsrail bugün kendi başına, tek ve özgür-bağımsız iradesi ile karar verebiliyor mu?

İsrail ne yaptığını çok iyi biliyor. 

Tüm dünyaya kendi gücünü ve kararlılığını ve hiç bir uluslar arası anlaşmaların kendisi bağlamayacağını açıklıyor.

Her yeri bombalamakla Filistinlilerin bulundukları yerde kalamayacaklarını ve başka yerlere göç etmeleri gerektiğini anlatmak istiyor.

Komşu Arap ülkeleri neler yapıyor, neler düşünüyor, neden ve hangi ilişkilerden dolayı bir etkide bulunamıyorlar?

Öte yandan “tüm müslüman ülkeleri ve halkları bir ve birlik içinde” diye düşünmenin çok büyük bir yanlış görüş olduğunu da kabul etmek gerekir.

Anlamı “barış” olan İslam dinini kendilerince, asıl amaçları uğruna onu kullanıp, radikalleşen örgütlere hiç bir zaman ne bir anlayış gösterebiliriz, ne de onlardan yana olanlara izin verebiliriz.

Bir de şunu asla göz ardı etmemeliyiz:

-Radikal örgütleri kurduran, destekleyen ve koruyan, finanse eden hangi güçlerdir; bu örgütleri kurdurup, besleyen global güçlerin büyük hedefleri nelerdir?

Filistin-Gazze bölgesi üzerinde oynanan oyunlar ve arkada yatan planları, hedefleri, oradaki insanları bulundukları topraklardan başka yerlere sürgün etmek olarak düşünebilecek harekatları çok daha açıkça görebilecek miyiz?

Arap devletlerinin-halkların, örgütlerinin ve de İran’ın neler düşünebileceği, hangi politikaların etkisi altında kalabileceği, nereden ve hangi çıkarlardan yana davranabileceklerini bugün kestirebilmek doğal olarak kolay değil.

Akdeniz kıyılarının boşaltılacağı ve oradaki topraklar üzerinde “yeni” planlamalar yapıldığını, denizin altındaki petrol yataklarının varlığını ve yönetimi üzerinde çalışmaların yapıldığını düşünüyorum.

Hem ülke içinde, hem de dünyada barış ilkeleriyle Türkiye tüm bu görünen karışıklıklara ve savaşa çok soğuk kanlı ve akıllıca davranmak zorundadır.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İsrail'in 2 milyon insanı, insan yaşamına uygun olmayan bir bölgede açık hava hapishanesinde tuttuğunu ve bunu terörizme karşı savunma olarak adlandırdığını dile getirerek:

-"Filistinlilerin acılarının devam etmesine asla izin vermeyeceğiz. Ne Filistinliler için ne de hiç kimse için bu tarz suçlara göz yummayacağız. Eğer bu devam edecek olursa coğrafi bir tırmanışla tüm küresel istikrarı ve barışı tehdit edecektir" ifadesini kullandı.

Adil ve sürdürülebilir bir barış içinde önemli bir yol ayrımında bulunulduğunu aktaran Fidan, doğru atımlar atılması gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Türkiye'nin saldırıların derhal sona erdirilmesi ve şartsız olarak insani yardımın Gazze'ye ulaştırılması çağrısında bulunduğunu belirtti.

Türkiye hiç bir radikal güce, ne Filistin ne de İsrail içindeki radikal örgütlere, şeriat yanlılarına taraf olmamalıdır.

Türkiye Atatürk’ün “dış politikadaki temel ilkelerine” tam anlamıyla sahip çıkıp, savaşı önlemeden barıştan yana tavır göstermelidir.

Türkiye çok açık ve sağlam bir barış karşıtı tutumda kalabilir mi?

Evet savaştan uzak durmalıdır ve ülke içindeki radikal görüşlere ve eylemlere, kışkırtmalara, halkın huzurunu bozan gösterilere karşı çok daha dikkatli olmalıdır.

Savaş çığırtkanlığı yapmak, dinler arası çatışmalara yönelmek, şiddetten yana olmak Türkiye için çok tehlikelidir ve çok zarar verir.

Türkiye tarihsel olarak büyük bir devlet geleneğinden geldiğini ve yaptığı Kurtuluş Savaşı ile emperyalist devletlere karşı çıktığını asla göz ardı etmemelidir.

Türkiye cumhuriyet yönetimi ile yeni kurduğu devlette birçok hukuksal adımlar atmış, demokrasiden ve barıştan, özgürlüklerden ve bağımsızlıktan yana olduğunu göstermiştir, ispat etmiştir.

Türkiye yine bugün tüm dünyaya bu temel özelliklerini açıkça göstermelidir ve emperyalizmin baskılarına ve oyunlarına karşı sağlam durabilmelidir.

Türkiye ülke içindeki yabancı unsurların gelişini, durumlarını ve yarın bir sorun çıkarabileceklerini asla göz ardı etmemelidir.

Türkiye için en önemli güç bir demokratik hukuk devleti olabilmek ve kendi ulusal çıkarlarından yana davranıp, silahlanma ve savaş politikalarına karşı durabilmektir.

Uygarlığın gelmesi gereken düzey, insanlığın “iyiliğine ve yararına” düşünce ve davranışların, ilkelerin, hukukun geçerli olacağı ve insanların öldürülmeyeceği, saldırıların, işgal ve saldırı savaşlarının olamayacağı bir zamana henüz daha gelinmedi.

Ne yazık ki milyarlarca insanın yaşama koşulları, eğitim ve öğretim düzeyleri, kültürel yapıları ve hukuksal bilinçleri, belenme ve barınma olanakları çok ama çok düşüktür ve bu nedenlerden dolayıdır ki çok rahat kullanılabilmekte ve de sömürülebilmektedir.

Siyaset bilimcileri, uzmanlar, uzman gazeteciler bile bu konuda her zaman ne yeteri denli bilgi ve görüş sahibi olamayabilirler ve de çok değişik görüşler de taşıyabilirler.

Bizim gibi “sıradan insanlar”, “duyarlı yurttaşlar” uzman olmadığımız için yalnızca haberlerden TV kanallarındaki bilgilendirmelerden bize sundukları kadarı ile öğrenebiliyoruz.

Bizim kendi topraklarımıza, ulus devlete, Türkiye cumhuriyetine, çağdaş demokratik hukuk devletine olan istem ve özleme, bilimsel bakış açısına ve bilinçli yurtseverler olabilmemize önem vermemiz gereklidir.

Herkes bulunduğu yerden ve kendi gücü doğrultusunda çok daha uyanık olabilmek ve ulusal çıkarları doğrultusunda davranmak zorundadır.

Savaş Türkiye’ye sıçramamalıdır; eğer bunu önleyemez isek Türkiye’nin sonu olur.

Önümüzdeki dönemin bölge ve de dünya için barıştan yana olduğunu isteyip, umut ediyorum.

Huzur dolu, insancıl, barışçıl bir dönem için sizlere sesleniyorum...

SAVAŞA HAYIR!                               

SAVAŞA HAYIR!                               

SAVAŞA HAYIR!                               

Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 21.10.2023



13 Ekim 2023 Cuma

ÜLKENİN DURUMU

 .  - ÜLKENİN DURUMU

Gazi Mustafa Kemal Atatürk çağların ötesinde bir ön görüye sahip, donanımlı, aydın ve entelektüel yapıda bir insan olarak asla hiç bir döneminde "ırkçılık" eğiliminde bulunmadı.

Kendi kökenini, Türkleri, öz kültürünü ve tarihsel bulguları araştırmak, değerlendirmek ve o güne olduğu gibi geleceğe de ışık tutmak düşüncesini taşıdı...

Tüm yaşamı boyunca düşüncelerinde ve uygulamalarında, yazılarında her zaman bir bilimsel bakış açısına ve gerçekçi tutumunu korumuştur.

Çağdaş uygarlık düzeyine yönelik hedefleri bulmada, önermede, göstermede bilinçli bir devlet adamı olarak yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için en iyi olanakların seçilmesini ve bu uğurda da çalışılma ve öz güvenle dik durmayı benimsemiştir.

Atatürk ile ilgili her türlü saçma ve düşmanca uydurmalar ise ancak ona ve Türk milletine, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne düşmanlık taşıyanların yapacağı işlerdendir.

Bugün ise bizim ne yazık ki eksik bıraktığımız ve ihmal ettiğimiz bir yeni durum vardır; o da kuruluş ilkelerimize ve Atatürk devrimlerine, gösterdiği hedeflere dair inançla ve bilgiyle hem kendimize, hem de ülkemize sahip çıkmamız gerekir iken ortalıkta dolaşan algı operasyonlarına kapılıp boş işler ve konuların tuzağına düşmemizdir.

Yüksek teknoloji ve yeni dijital çağ her türlü getirdiği uygulamalar ile tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de halkı, insanları kendi hedeflerine doğru yönlendirmekte ve zihinsel etkilerde bulunmaktadır ve de bunların sonucu olarak bilinçli yurttaş modelinden yönlendirilebilir tüketici modeline çevirmektedir.

Bir "dijital salgın" ve onun etkileri altında kalan milyonlarca insan düşünün; bir Pandemi" dönemi ve geçmediği gibi, gittikçe daha da hızla yayılıyor; etkisi altına aldığı insanların düşünce ve davranışlarını değiştirebiliyor.

Bu yayılma tüm dünyada, gelişmiş ülkelerde ve bizde de olmaktadır; ve sonuç olarak da birçok aksaklık ve beklenilmeyen davranışlar ortaya çıkmaktadır.

Tüm bu aksaklıklar ve kendimize sahip çıkamamak durumları hem devlet yönetiminde hem de ülkenin genel siyasi yapısında kendisini göstermektedir.

Uzun yıllar olmuştur ki Atatürkçü, çağdaş ve uygarlıktan yana yönelimlerden uzak kalınmıştır.

Her zaman devletçi, Atatürkçü, kemalist diye düşünebilen kurumlar, partiler bile içlerine sızan karşı devrimci, çıkarcı ve gerici akımlara ve onların kişilerine duyarsız davranmışlar ve onları temizleyememişlerdir.

Bugün uzun yıllardır süre gelen dinci, din çıkarcı, dinsel örgütlenme ve "yayılma harekatları"na karşı ülkenin "kurucu güçleri" sessiz ve etkisiz kalmış ve bir anlamda izin vermişlerdir.

Aslında dinsel, vicdansal özgürlüklerin temel alındığı ve istenildiği bir laik demokratik devlet yapısına sahip olmak istiyor olmamıza rağmen "din ve inanç" konularının kullanılarak (sui istimal) edilerek ülkenin her yerine yayılan şeyh-hoca-imam türü kurucu kişilerin mezhep, tarikat yuvalanmalarının kurulur ve yayılır olduğuna ve bunların birer "güç odağı" olmasının "ticari, siyasi ve finansal" amaçlarla kurulduğunu kavrayamamış olmamızdır.

Oysa laik demokratik parlamenter bir hukuk devleti olmamız gerekirdi.

Ne yazık ki bunun uygulanması engellenmiştir ve tek bir elden yönetilen bir iktidar modelinin işlemesine izin verilmiştir ve de cumhuriyetçi, çağdaş olması gereken partiler ve ilişiler de bu modelin içinde yer almıştır; cılız ve yetersiz çıkan karşı duruşlar ve sesler ise asla inandırıcı olmamıştır.

Her durum ve olgu uzun yıllardır çok açık ve belirli bir biçimde ortadadır, görülmektedir.

Atatürk ve kuruluş ilkeleri devrimler, her türlü hukuksal, ekonomik ve endüstriyel atılımlar, yatırımlar ise bu son dönemler içerisinde engellenmiş, yok edilmiş ve de hatta yabancılara satılabilmiştir.

Karşı görüşler, düşmanca tutum, davranış ve istemler gerek dıştan, gerekse de içten var olmuş olabilir ve bunların ellerinde bulunan güçler ve kullandıkları kişiler ve kurumlar da var olabilir ve yine bunlar tüm ülkenin her bir yanında kendilerini gösterir tehditçi bir tavır almış bile olabilirler.

Tüm bu yapılanmalara,görünen acı duruma rağmen yine de Türk milleti olarak ülkenin korunmasında, kurtarılmasında ve temel ilke ve görüşlere Atatürkçü fikirlere ve bilimsel bakış açılarına uygun, yurtsever ve uyanık davranmak zorunluluğu üzerimizdeki en büyük görev olmalıdır.

Bunun için bence çok sakin ve dik durarak her şeyden önce ülke üzerinde uygulanmakta olan algı-zihin operasyonlarını açık beyin ile görüp, onların etkisinden ve yaydıkları özgür iradeyi yok edici etkilerden kurtulmalıyız.

Tüketim toplumu inanç ve düşünce türü bir beyinsel operasyondur ve çok geniş bir etki ağı ile beyin yıkama işlemlerine neden olmaktadır.

Somut ve maddeye yönelik özentiler ve çekim merkezleri yaratmak isterler ve böylelikle insanların "yurt sevgisi, özgürlük, eşitlik, adalet, hak, hukuk… gibi soyut değerlere" yönelmesini ve bunları yüceltip istemelerini engellemeyi hedefler.

Yaşamın her alanındaki olanakları kullanıp "telefon, moda, müzik, film. TV, spor, maç, giysi, makyaj, giyim, araba, bira, sigara, geziler… ve benzeri "çekim alanları" yaratıp kitleleri içine almak, etkilemek, yönlendirmek ve bunlar ile onları "mutlu" etmek isterler.

Böylece insanların beyinsel kodlarını, onların düşünce ve davranışlarını kendi hedefleri yönünde değiştirip kullanmak isterler.

Bu etkiler altında kalan insanlar artık soyut kavramlardan ve değerlerden uzaklaşır ve yalnızca somut olandan, beğeniler yaratan, hoş görülen ve sahte mutluluklar veren tüketim dünyasından yana olurlar.

Gerek sıradan yurttaşlarda, gerekse de yurt ve devlet yönetiminde görev almak isteyenlerde ve hatta aydın-okuryazar kesimde bile  "yurtseverlik, ülke, özgürlük, eşitlik, hukuk, demokrasi"… benzeri değerlerin ve kavramların pek bir yer bulmamasını, bunlarla ilgilenilmemesini ve bu konulardan uzaklaşılmasını isterler.

Öz kültür, yurttaşlık bilinci, erdemli insan, güzel ahlaklı yurttaşlık… gibi istemler ve rol modeller yerine "batı özentilerine" ya da benzer ağırlıkla bir "Arap" özentisine yer veren, yaşamının her bir alanında "dış etkilere açık", ne anadiline, ne de kendine ve yurduna, devletine bir öncelik tanımayan kozmopolitik bir yapıda kişiliklere oluşmasını isterler.

Bu durumda ise anlaşılacağı gibi Atatürk ve onun değerleri, devrimleri, varılması gereken çağdaş uygarlık düzeyi… benzeri özellikler bu tür insan kitlelerinde hiçbir önem ve istek taşımaz.

İşte bunu sağlayabildiklerinde ise kimi "din adına", kimi ise "modern yaşam" adına, özentili, içi boşaltılmış kişiliklerle doldurulmuş kitlelerle ülkenin ve devletin elden kaçırılması ve işgaline bile göz yumulması durumu ortaya çıkmaktadır.

Çok üzücü olan bu gelişmeler hem günün yeni teknolojik gelişimine çok bağlıdır ve de iç ve dış güç odaklarının istemlerine uygundur.

Peki, bunca karışık ve olumsuz olan gidişe karşı ne yapılabilir?

Aslında bu sorunun yanıtını da Atatürk zamanında kendisi kısa ve öz olarak vermiştir.

Üç ayda yazdığı büyük nutku 15 Ekim 1927'de, Ankara'da, Büyük Millet Meclisi binasında toplanan CHP kurultayında, 20 Ekim 1927 günü akşamına kadar otuz altı saat müddetle okudu:

    “Saygıdeğer Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikâyesidir.

    Bunda milletim için ve gelecekteki evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem kendimi bahtiyar sayacağım.

    Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

    Bugün vasıl olduğumuz netice, asırlardan beri çekilen milli musibetlerin intibahı ve bu aziz vatanın, her köşesini sulayan kanların bedelidir.

    Bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum.”

Onun kısa ve öz olarak yaptığı seslenişi, Türk milletine gösterdiği yolu ve beklentilerini buraya almanın bizim için yeniden bir güç vereceğine inanıyorum.

Lütfen, tane, tane ve vurgulayarak, anlayıp, içselleştirerek okuyalım:

Ey Türk gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.

Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır.

Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!

Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.

Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.

Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.

Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler.

Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı!

İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!

Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

.    Gazi Mustafa Kemal, Ankara, 20 Ekim 1927

Bu durumda ve gelinen bu gerçekler içerisinde başka bir söze, başka bir kurtarıcıya hiç gerek yoktur.

Hiç zaman yitirmeden, boş ve saçma, sahte gündemlerle uğraşmadan "kendi ülkemizin" yolunu bulmalıyız.

Devletin birliğine ve bütünlüğüne, halkına ve topraklarına, anayasal parlamenter, demokratik düzene sahip çıkmalıyız.

Ne ülkede barıştan, ne de dünyada barıştan hiçbir ödün vermeden, savaşa ve onun taraftarı olan güçlere, çıkar odaklarına kapılmadan ulusal bağımsızlığımıza ve özgürlüğümüze sahip çıkmalıyız.

Son anda ortaya bölgesel bir savaş çıktığı gözüküyor: Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail sınırını aşıp silahlı saldırı düzenlemesinin ardından İsrail günlerdir Gazze'ye havadan saldırıyor. Her iki tarafta yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Ölenlerin sayısı her geçen gün artıyor.

Bu son gelişme çok üzücü olduğu kadar çok da endişe vericidir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de uzmanlar, gazeteciler bu konuyu açıklıyor ve tartışıyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve halkımız bu çok hassas konuda önce barışı ve barışçıl çözümleri düşünmeli ve buna uygun davranabilmelidir.

ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKA İLKESİ bugün için de geçerlidir ve önem taşımaktadır. 

1- Komşularınızın iç işlerine karışmayın.

2- Rusya’yı tahrik etmeyin.

3- Arap ülkeleriyle tarihi, sosyal, kültürel ilişkilerinizi geliştirin. Fakat aralarındaki anlaşmazlıklara karışmayın.

4- Sormadan akıl vermeyin.

5- Batı kültürünü benimseyin, fakat onların emperyalist emellerine alet olmayın.

Bunlara uyulmalıdır ve güncel koşullara göre çok daha da geliştirilmelidir.

Evet, Türk milleti kendine ve tüm değerlerine, varlıklarına sahip çıkarken güvenmeli, çalışmalı ve korumasını bilebilmelidir.

Bu yazım ile okuyucularıma doğru ve güzel duygular vermek ve onların varlığı ile çok daha sağlıklı ve güvenli bir yolda ilerlemek istiyorum.

.   Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 12.10.2023