30 Eylül 2023 Cumartesi

BİZ ve TOPLUM

BİZ ve TOPLUM

Bir insan, bir yurttaş olarak sağlıklı ve mutlu yaşayabilmeliyiz.

Bunun için de kendimize çok dikkat etmemiz gerekecektir.

Ama, bizim dışımızda var olanlar, toplumu ve tüm bireyleri ele geçirmek, yönlendirmek isteyen güçler de vardır; ve bunların üzerimize olumsuz etkilerinin olmaması için çok uyanık ve dikkatli olmak da gerekir.

Algı operasyonlarına takılmadığım gibi bunun üzerine de yazıyorum.

En önemli olan zaten "özgür irade" ve bağımsız bir kişisel gelişim, aklın işlenebilmesi...

Algı-etki operasyonlarını, manipülasyonları... bunların nerede olabileceğini, neler olabileceğini... kimleri nerede ve nasıl kullanabileceklerini... görebilmek, sezebilmek, anlayabilmek için hem araştırma, bilgilenme ve de incelemeler gerekir; hem de her şeyin üstünden bakabilmek, aşağılarda kalmadan, etkilenmemeye çalışmak gerekir.

Çok da kolay değil...

"Sürü psikolojisi"ne kapılmadan, uzakta durabilmek gerekir.

Bunun için de yine "özgün" düşünce ve "fikir" geliştirebilmek bir ön koşul olmaktadır.

"Dünyayı yöneten güçleri, aileleri" ve bunların çalışmalarını, hedeflerini, programlarını, yöntemlerini... azıcık da olsa bilmeden "dünya"yı ve de "ülke"yi anlayabilmek pek olmaz.

Kendi "öz" varlığını geliştiremediğin sürece pek “bağımsız” olunamaz.

Bu konuda çok kitap var...

Açık ve net... birçok şey yazılı...

İnternette de çok kaynak var...

Tabii ki onlar, o güçler hiç durmuyor ve de kendilerini hep yeniliyorlar...

KALP duygu ise onun temel kaynağı beyindir...

Beyinsel güçler ve kodlar hiç durmadan bizi yönlendiriyor, biz kendimiz de onları işleyip, geliştiriyoruz...

Sıkıcı konular bunlar “milyonlar için”…

Ne denli araştırır, okur isek, bilgilendikçe de görüyoruz ki "hiç", hiç biliyoruz...

Öğrenebilecek o denli çok "şey" var ki benim bildiğim onların yanında bir “hiç”olarak kalıyor. Ama, yine de her bir an yeniden öğrenmeli ve araştırmalıyız; başkası için olmasa bile, kendimiz için...

Beyinsel gelişme, kişisel gelişim için düşünmek, araştırmak, incelemek ve karşılaştırmalarda bulunmak, sorgulamak ve de eleştirel bakabilmek... gerekir.

Bu yolda ilerledikçe de “fikirsel” gelişim ile birlikte "kişisel özellikler", davranışlar ve algılamalarımız da gelişir ve olgunlaşır, durulaşır.

Temel olan "neyi" "ne kadar" ve "hangi biçimde" "bilmek" konusunda kendimize IŞIK tutmak gerekir.

Sonra o ışık bir YOL gösterecektir...

Adım, adım ama hiç sıkılmadan, kendine baskı ve zorlama yapmadan, seve seve yeni öğrenimler elde edeceğiz.

Ayni anda da mutluluk ve doyumsallık da artacaktır.

Tüm bunların paralelinde ise "olumlu" bakış açısını hiç yitirmeyeceğiz…

Zamanla eğer doğru yolda, doğru yöntemlerle ilerlediğimizde görülecektir ki “İNSAN” olma yoluna girmek üzere olacağız.

Bir insan olarak evrende, bulunduğumuz yerde ne denli küçük, ne denli ufak ve bir TEK olduğumuzu anladığımızda varlığımız aslında daha da bir değer kazanmalıdır.

Çünkü o bir “ben” olarak elimizdeki tek olandır ve de ona verdiğimiz değer, onun üzerinde harcadığımız emek ve çabalar ile belki de bulunduğumuz yer, toplum, ülke, doğa da birlikte gelişecektir, yücelecektir.

Tümüyle geçmişi, evreni ve var oluşu ve dünyamızı düşündüğümüzde şu an ben-biz ne denli az ve küçük kalıyoruz.

Öte yandan tüm bilgi birikimi ve insanlığın geçirdiği aşamalar, deneyimler, buluşlar, yaşanmışlıklar… sonucu bugün ve içinde bulunduğumuz durum.

Ne denli etken olabiliriz; olabilirim?

Neyi ne denli etkileyebilirim, neleri ve nasıl değiştirebilirim?

Tek olarak, tek bir hücre gibi ne denli ufak olsak bile yine de bizim varlığımız, tek, tek birleşimler sonucunda o toplum, o ülke oluşacaktır, değişebilecektir.

Oluşmaktadır…

Akla takılan her soruyu her insan kendisi için yine "kendisi" ele almalı ve üzerinde düşünmelidir.

Her bir yurttaş bu nedenle de yine ülke için, ülkenin çağdaş bir uygarlık yoluna girebilmesi için önemlidir.

Biraz gerçekçi, biraz da hayal gücü gibi gelen bu olgular ile birlikte siyaset oluşacaktır, yarınlara biçim verilecektir.

Kim, kimler ortaya çıkacaktır, nereleri ve hangi güçlerle elde edip, varlığına göre yön verecektir?

Nasıl bir toplum olacaktır?

İnsanın yaşamı, huzuru, sağlıklı ve mutlu olabilmesi kimlerin eline bakacaktır?

Gelişmemiş bir toplum, geri kalmışlık, cahillik, yetersizlik, umursamazlık, ilgisizlik, boş vermişlik ve de boş işlerle uğraşmak bizi nereye götürecektir?

Bunları anlamadan, düşünmeden, endişe etmeden, sorgulamadan… güzel yarınlar nasıl gelecek?

Hep sevinmek, neşeli olmak, eğlenmek, bol alışverişler yapmak, çok çok dostlar edinmek, gezmek, dolaşmak, güzel yemekler yemek, güzel giyinmek, dans etmek, mutluluklar içinde yüzmek… yalnızca o mutlu ve güçlü azınlık için mi olacak?

Ülkenin, toplumun gerçeklerini görmeden ve temel sorunlar üzerinde düşünmeden, çözüm yolları için fikir yürütmeden hiç olur mu?

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2023.09.21. G.


23 Eylül 2023 Cumartesi

ANADİLİMİZ VE TOPLUM

       ANADİLİMİZ VE TOPLUM                 .

İçinde bulunulan ülkede ortak yaşam alanları kurmak ve eşit yurttaşlık haklarını elde edip yine ortak yükümlülükler ve sorumluluklar taşımak istemek de bizim gerçeğimizdir.

Türk toplumunun en önemli konusu “eğitim” ve “ulusal bilince” sahip çıkabilmektir.

Buradaki örgütlenmeler ve çalışmalar içerisinde her zaman bu iki konu çok önemli olmuştur ve yer almıştır.

Almanya’da bulunan ve kendilerine dernekler, vakıflar kurmuş olan Türk arkadaşlar çok açık amaçlar ve hedefler ortaya koymuşlardır.

Kurdukları dernekler ve federasyonlar özellikle de TÜRK adını taşımakta ve Türk halkına hizmet etmek ve onların bu toplumdaki ortak sorunlarına çözümler bulmak üzere kurulmuştur.

Bu kuruluşlar için çok emek ve zaman harcamış, fikir üretmiş birçok insan olmuştur ve onların varlıkları, çalışmaları sonunda kurumlaşma aşamasına gelinmiştir.

Çok daha “sonraları” bu kuruluşlara gelen “gönüllü” ya da “görevli” kişilerin ana amaçlarımızı ve hedeflerimizi, ana duyarlılıkları göz ardı ederek kendilerince yeni yollar ve yöntemler geliştirmeleri şaşırtıcıdır.

Üzücüdür…

Her türlü duyurularını kendi asıl hedef kitleleri olan Türk toplumuna ve onların çıkarlarına yönelik yapmaları gerekir; bunun için de anadilimiz Türkçe’yi göz ardı etmeleri ve önemsememeleri hoş karşılanmaz.

Bizim en büyük varlığımız anadilimiz ve buna bağlı olan tüm kültürel değerlerimiz ve ulusal bilincimizdir.

Bu toplumda çok daha başarılı, sağlıklı ve huzurlu, başarılı olmak için ise anadilimizdeki “güçlülüğümüz” ve “yeterliliğimiz” hem Almanca için, hem de diğer tüm konular için ana kaynak ve güç odağıdır.

Tüm bunları yok sayarak, anadilimizin önceliğini ve değerini yok sayarak yapılacak işler yalnızca şaşırtıcı olacaktır ve bir de anlamını yitirecektir.

Bu noktalarda dikkatinizi çekmek istememden dolayı bana kızmanız ise gerekmemektedir.

Tam tersine çok daha duyarlı ve dikkatli çalışmaların “yeterli” arkadaşlarla yapılmasına özen gösterilmelidir.

Bizi birbirimize yaklaştıran ve bağlayan temel öğe geldiğimiz ülke ve anadilimizdir; ve bunlara bağlı kültürel değerlerdir.

Bu nedenle de bu konuyu çok daha önemsemek gerekir.

Her türlü çalışmalarında, duyurularında doğal olarak ya da zorunluluklar gereği Almanca yazmaları anlaşılırdır.

Ama var oluşlarının ana nedeni olan Türk toplumu olduğu için ise Türkçe’yi birincil ve temel dil olarak kullanmaları işin doğası gereğidir.

Umarım bu konu bir tartışma ve tepkileşmeler ortaya çıkarmaz.

Zaten olması gereken bir durumu dile getirmiş sayılmam benim için yeterlidir.

Atmışlı yıllardan bu yana bu toplumda Türk halkı için emek verenlere, zaman harcayıp, katkılarda bulunanlara, öz benliklerini koruyabilmek ve ortak sorunlara çözümler bulabilmek için çırpınanlara en derin saygılarımı sunuyorum.

Çalışmalarımızda görüp, tanıdığım ama şu an sonsuzluğa uğurladığımız arkadaşlar için Tanrı’dan rahmet, bağışlanma dilerim; anıları ve iş birliktelikleri ve çabaları önünde saygı ile eğilirim.

Bunu söylerken ayni zamanda uzun yıllar içinde Türk derneklerinde görev almış, çalışmalara destek vermiş tüm insanlarımıza da ayrıca teşekkür ederim.

Onlar bizim için gelip, geçmiş gönül verenler değildir; tam tersine her zaman ulaşmamız gereken kitlenin bireyleridir.

Öte yandan hep gözden kaçan bir ana özelliğe de değinmek gerekir:

Almanya göç ve göçmen politikasında, yurttaşlık yasasında ana model olarak hep “gecikmelerde” kalmıştır.

Tutarsız bir göçmen politikası ayni zamanda burada yaşayan ve çalışan yabancı kökenlileri de etkilemektedir.

Asimilasyon nedir, ne gibi özellikleri vardır; bizim için yararlı mıdır, değil midir?

Bunu iyi inceleyip, kavramalıyız.

Bir topluma uyum sağlamak gerekir iken kendi özelliklerini ve değerlerini terk etmek asla gerekmez.

Entegrasyon, çokkültürlülük, katılım, asimilasyon… bu alanda konuşulan kavramlar ve bunların kendilerine özgü özellikleri…

Bir de “Partizipation “olarak tanımlanan eşit hak ve koşullar içerisinde, eş değerlere sahip çıkılarak toplumda yer almak ve ilerlemek olarak anlayabileceğimiz “katılım” modeli vardır ve de olması gereken de budur.

Türkçede KATILIM olarak karşılanan “partisipasyon” çok daha iyi anlaşılmalıdır.

Başkasının sahip olduklarından nasiplenmek anlamını da içeren KATILIM, katılmak, beraber olmak, birlikte çalışmak, birlikte yapmak, birlikte şekillendirmek, payını almak… gibi sözcüklerin “ortak” kavram alanında yer almaktadır.

Partisipasyon sosyolojik bir terim olarak toplumun belli kurumlarına, değerlerine katılım ve bunlarla “özdeşleşme” anlamına gelmektedir. (KATILIM)

Diğer bir açıdan partisipasyon demokratik yapı ve süreçleri içselleştirerek bunlara “etken” katılımı da içermektedir. (KATILIM)

İlgili bireylerin sosyalleşmesinde belirli mekanizmalar ve içeriklerin yanı sıra, ilgili kurumlarda belirli kurumsal bilgi, iletişim ve yönetim kalıplarını öngören “partisipasyon”, günümüz demokratik toplumlarının gelişiminin “kilit” bir bileşeni olarak görülmektedir.

Tüm bunları çok daha kavrayıp, günlük çalışmalarda “uygulamak” gerekir.

Almanya kendi göçmen politikasında umalım ki daha çok “partisipasyon” ilkelerini içeren uygulamalara yer verir ve “asimilasyon” isteğinden vaz geçer.

Türk dernekleri, kurumları, basın ve yayın organları, iş verenler de dahil “hepimiz” bu bakış açısını kazanmalıyız.

Devlet dili, yazışma dili, toplum dili, öğretim dili Almanca ile ilgili hiçbir tartışma olamaz; her yerde bizler de en az diğer tüm yurttaşlar denli Almanca yeterliliğine ve bilgisine erişmeliyiz.

Bunun yanı sıra bize düşen Türk dil ailesinden olmamızdan dolayı “anadilimiz”, köken dillimiz Türkçe’yi her yerde ve her an desteklemeliyiz ve öne çıkarmalıyız, kullanmalıyız.

Gerek özel yaşamımızda gerekse de kurumsal-örgütsel çalışmalarda her zaman Türkçe ile konuşup, anlaşabilmeliyiz, yazışmalıyız.

Özellikle de genç kuşaklar bu alanda çok daha girişimci ve öz güvenli olmalıdır.

Anadilinde yetkin ve donanımlı olan her insan diğer dilleri öğrenmede ve kavramada “çok daha” başarılı ve yetenekli olur.

Öte yandan ikincil bir gereklilik ve zorunluluk ve de yararlılık ise Türkçe’miz ile dünyanın her yerinde, “anayurdumuzda” çok kolay anlaşılabiliriz ve insanlarla çok güzel ilişkilerimiz olur.

Bu konuyu ve özelliklerini lütfen genç kuşaklarla daha çok konuşalım ve onlara kendimiz, hak ve çıkarlarımızı, özgüvenle yaşamamız gerekliliğini anlatalım.

Evet, güzel günler gelsin, toplumsal ve demokratik haklarımız olsun, eşitlikler sağlansın, çocuklarımız mutlu ve başarılı olsun, huzurlu bir toplum olalım…

Sevgi ve iyi duygularımla…

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 24.09.2023

21 Eylül 2023 Perşembe

SUBLİMİNAL, GÖRÜNMEZ

 . -  SUBLİMİNAL, GÖRÜNMEZ                    .

SUBLİMİNAL mesaj veya bilinçaltı mesaj, başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır ve normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o anda fark edilmemek üzere tasarlanmıştır.

Subliminal mesajlarda, sesler ve görseller doğrudan algılanamaz.

İnsan beyni bu mesajlar ile İSTEMSİZ bir şekilde YÖNLENDİRİLMİŞ olur.

Pazarlama alanında önemli bir yere sahip olan subliminal mesajlar, genellikle ürün satışlarını artırmak için yapılan REKLAMLARDA çok kullanılır ve BİLİNÇALTINA “etki” etmeye çalışır.

Anlık görseller ile insanın gördüğü görselin ne olduğunun FARKINA VARAMADAN bilinçaltına yerleşmesini sağladı.

Çizgi filmler içinde de çocuklara fark ettirilmeden yüklenmek istenen mesajların olduğu artık bilinmektedir.

Subliminal mesaj propaganda yapan unsurlar tarafından kullanılmaktadır.

Hedef kitleye farkında olmadan bir “konu” bir “görüş” hakkında mesajlar verebilmekte, onların beyinlerine bilinçaltına yerleştirilmektedir.

Bu yapılanların ahlaka ve yasalara uygunluğu tartışmalıdır.

İnsanları belli bir markaya, bir düşünceye, bir siyasete itmek için fark edilmeden kullanılan bu mesajları kullananlar toplumu “kendi istedikleri” yöne doğru sürüklemek isterler.

Bu mesajların bilinçli olarak fark edilmesi mümkün olmamaktadır.

Bu mesajlar insanları propagandalara, reklamlara karşı savunmasız hale getirmekte ve insanın ÖZGÜR İRADESİNİ ele geçirmektedir.

Tümüyle medya, görsel medya, TV, filmler, sosyal medya kanalları, internet siteleri, her türlü fotoğraf, duvar yazıları, afişler, moda, roman ve öyküler içindeki resimler, şarkılar… her zaman ve her an, her yerde bu tür amaçlara açıktır ve rahatça kullanılır; hiç anlamadığınız, fark etmediğiniz bir yerde, görüntüde, seste SUBLİMİNAL mesajlar ile karşılaşırsınız.

Bunların sizi etkilememesi için çok dikkatli, uyanık ve bilinçli olmak gerekir.

Bile bile sakıncalı olan yerlere ve sitelere, konulara girmemek gerekir.

Moda ve görsel “yenilikler” ise, TV ve diziler, filmler ise ayni zamanda açık açık ve özendirerek toplumu ve de özellikle gençleri etkilemek ve yönlendirmek ister.

Orada öne çıkardıkları “giysiler, davranış ve düşünce biçimleri, bedenlerine yaptıkları, yaşam tarzları” ile toplumda yerleşmiş “köklü değerlere” karşı çıkıp “yeni” ya da “modernlik” sanısı altında “başka” ve “alışılmışların dışındakileri” koyup, izleyiciyi etkileyip ALGI operasyonlarında bulunurlar ve o insanları istedikleri hedefe doğru yönlendirirler.

Yüksek teknolojinin her türlü alanda kullanılması ile yeni dijital çağda gördüğünüz gibi çok kolaylıklar, rahatlıklar ve yüksek kaliteli yaşam ve uygulamalar var ise de insanın kendini koruyabilmesi, haklarına ve çıkarlarına sahip olabilmesi son derece tehlike altında olmaktadır.

Korunma yolları nelerdir, diye düşünmeli ve incelmeliyiz.

Bazı şeylerden değil artık birçok şeyden kaçmak durumundayız.

Özellikle moda diye sürülen her türlü yeni akımlar toplumu, bireyleri ve de en çok gençleri hedefler ve onları ele geçirmek ister.

Bunlardan ne denli uzak kalır, “kendi özgür iradenizi” kullanabilirsek tuzaklara daha az düşeriz.

“Herkes kendi bilir” demek ise hem iyi değildir, hem de hiç de yeterli değildir.

Bu tür saldırılara karşı en güçlü SAVUNMA ve KORUNMA ise kendi beyinsel kodlarımızı, veri tabanımızı kendi çaba ve çalışmalarımızla seçerek elde ettiklerimizle yükseltmemiz ve güçlendirmemizdir.

Toplumun çoğunluğu ve etki grupları, kitleler bu tür algı operasyonlarının altına girdikçe bizim tek kişi olarak boş vermişliğimiz de ona katkı etmiş oluyor.

Yasal durumu araştırırsanız bulunur ama gerçekte, uygulamada durum çok farklı olmaktadır.

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2023.09.21, G

TBMM'de 15 Şubat 2011 tarihinde kabul edilen 6112 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un 9.maddesinin 2.fıkrası gereği "Ticarî iletişimde bilinçaltı teknikleri kullanılamaz


5 Eylül 2023 Salı

HAKKIMIZ YOK

 -  HAKKIMIZ YOK                         .

·         Sıradan durumlara, olaylara, nesnelere “baktığımızda” onları anlayabiliriz “sanırız”.

·         Bu “anlamak” kişinin o ana değin edindiği tüm bilgiler, deneyimler ve bakış açıları ile birlikte edindiklerinin, donanımlarının sonucu olarak “algılanır” ve yorumlanır, kabul görür.

·         Bu da her insanda çok farklı olabilir.

·         Olayları, durumları eleştirel ele alıp, sorgulayabilen, şüpheleri ile birlikte inceleyen kişiler ise herkesin görüp, anladığından çok başka yerlere değin inip, arkadaki gerçeklere erişebilir.

·         Bu da ayrı bir farkındalıktır ve gerçeklere çok daha yakındır.

·         Özellikle siyasi, toplumsal oyunlar, tuzaklar, “manipülasyonlar” için bunları düşünmeliyiz.

·         “Oraya attıkları ile” koskoca kitleleri, toplumları etkileyip “sürü psikolojisi” ile onları kendi istedikleri yöne çekerler.

·         Bunun da zaten çok daha önceden kurgulanmış, planlanmış bir alt yapısı ve geçmişi de vardır.

·         Biz bir yerlerde rahat ve mutlu, huzurlu yaşıyoruz, derken bambaşka yerlerde ise ülke üzerinde çalışan, araştıran ve sistematik plan ve operasyonlar düşünen “kurumlar” vardır ve biz onları ne görürüz ne de biliriz.

·         Dünyayı yöneten güçleri ve onların kuruluşlarını, örgütlerini yok saymak ise bir hayal dünyasında yaşamaktır.

·         Yalnızca “gördüklerimizi”, önümüze sunulanları “gerçek sanıp” algılamaya kalktığımızda ise birilerinin bizim üzerimizde güç ve yönlendirmelere sahip olmalarına razı oluyoruz demektir.

·         Türkiye yeri ve tarihsel özellikleri nedeni ile her zaman göz önünde olmuştur.

·         Birinci savaşta ele geçiremeyip kaçırdıkları bu ülke Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde ve onun yetenekleri, çabaları… sayesinde bağımsız ve çağdaş bir özgür ülke yoluna girmek istemiştir.

·         İşte tam da bu nedenle buna hep karşı çıkan ve ülkeyi bölüp, parçalamaya çalışan odaklar son yıllarda çok daha hızlı ve çok yönlü çalışmalar içerisindedirler.

·         Türk milleti uyanmalı ve gerek etnik, gerekse de dinsel görünümlü her türlü bölünmeci ve ayrıştırıcı kesimlerin oyunlarına karşı durabilmelidir.

·         Bunu yapmayan, yapamayan, uyanamayan ülkeleri ayrıştırmış ve bölmüşlerdir; örnek olarak SSCB, Yugoslavya, Avrupa, Afrika ve Arap devletleri incelenmelidir.

·         Bizim için ise tam da 100. Yılda çok dikkatli olup Atatürkçü temel düşünce ve ilkelere yönelip, ulus devlete, demokratik, çağdaş hukuk devletine sahip çıkmamızın zamanıdır.

·         Öte yandan gerçekten de güçlü ve demokratik, anayasasına bağlı, parlamenter bir hukuk devletini kurduğumuzda bağımsız ve özgürce çalışan, donanımlı bir MİT, Türk silahlı kuvvetleri, Türk polisi gibi devlet kurumlarına çok daha önem vermek gerektiğini göreceğiz.

·         Her tatlı gelene doğru koşmak, duygularla davranmak, düşünmeyi ve eleştiriyi, aklı kullanmayı geriye atmak olmaz.

·         Türk milleti olarak boş ve “yapay” gündemlerle, “kandırma” ve “yönlendirmelerle” ne zamanımızı ne de enerjimizi harcamaya hakkımız vardır.

·         Şu an yüksek teknoloji, dijital çağ içerisinde olduğumuzu kabul ediyoruz ve internet, cep telefonları, TV ve diğer medya olanakları ile sarılmış ve onların içine düşmüş bir durumdayız; ne çıkabiliyoruz, ne kurtulabiliyoruz, ne de uzaklaşabiliyoruz.

·         Öyle ise çok akıllı ve uyanık olup, tüm bunları çok "dikkatlice" ve "seçerek" kullanacağız; biraz da araştırıcı okumalar yapacağız.

     .   Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2023.09.05, G.

4 Eylül 2023 Pazartesi

ARKADAŞLIK, DOSTLUK

 -  ARKADAŞLIK, DOSTLUK

·         Dost olabilmek, arkadaş olabilmek kolay mı, zor mu?

·         Dost olmak nasıl oluyor?

·         Dost olabilmenin koşulları ve alt yapısı nedir?

·         Uzun yıllar hep yakında olmak, birlikte zaman geçirmek insanların birbirine dost olması için yeterli midir, ya da bu insanlar birbirlerinin dostu mudur?

·         Dost denilince ilk akla gelen onun “düşman olmadığını” kabul etmek ise diğer anlamı da “kendine yakın” hissetmek midir?

·         Ya da çok düşünmeden, fazla irdelemeden, çevrendeki insanlar dostun mu olmuştur?

·         Arkadaş ise belki de kabul edip, yan yana durmak, birlikte yol almak mıdır?

·         İş arkadaşı, asker arkadaşı, okul arkadaşı, mahalle arkadaşı gibi zamana ve duruma göre arkadaşlıklar vardır ve bunları orada kalabildiği gibi bir ömür sürenler de olabilir.

·         Arkadaşlık söz konusu olduğunda bunların tümünü ele alıp, inceleyebiliriz.

·         Arkadaşlık için temel koşul ya da temel gereksinim için çok daha başka şeylerin olduğunu da düşünmeliyiz.

·         İki insan bir karşılaşma sonucu, hiç planlanmadan ve ön hazırlık olmaksızın karşılıklı sohbet ediyor ise ve de bu sohbet gittikçe derinleşip, sarmallaşıyor ise, karşılıklı “evet, öyle”ler artıyor ise, fikir birlikteliği, düşünceler arasında temel yakınlıklar ve benimsemeler ortaya çıkıyor ise, daldan dala gibi görünse bile, konular arası bağlantılar artıyor ve yine temeldeki benzerlikler kabul görüyor ise, bir dostluk-arkadaşlık oluşmuş demektir.

·         Bu yeni oluşum devam eder mi, bilinmez, bunu zaman ve koşullar gösterecektir.

·         Tüm bu söylediklerimin içinden bir alt yapı ve de donanım, kişilik özellikleri, kültürel birikim, eğitim ve genel öğretim… asla göz ardı edilmemelidir.

·         Kişilerin genel yaklaşımı ve dünyaya bakış açısı da önemli olabilir.

·         Özel seçimler, okuma alışkanlıkları, seçilen yazarlar ve yapıtları, müzik ve müzik beğenileri, tanınmışlıklar, ülke ve dünya sorunları, bilim ve dünyanın sırları… konuşmaların içine girdikçe ve karşılıklı anlatımlar, dinlemeler ve de ortaklıklar ortaya çıktıkça da dostluk-arkadaşlık çok daha bir pekişme içerisine girer.

·         Kişilik yapısı, hoş görü ölçütleri, doğallık, huzur duyabilirlik, doygunluk, öz güven, insana değer verebilmek, yurduna, ülkesine ve insanlığa bakış, kültürel donanım, denemeler ile oluşan kişilikler karşılaştığında ayni çizgiye ulaştıklarında hem hoş hem de doyurucu sohbetler yapabilirler.

·         Karşısındakine ne demek istediğini rahatça anlatabilir ve de kendisine anlatılanı çok çabukça anlayıp kavrayabilir.

·         Bu durumda da iki kişilik sohbet birbirini tamamlayan, destekleyen, genişleten ve özetleyebilen, ayrımlarını ve sonuçlarını ortaya koyabilen bir duruma gelir.

·         Çok kişinin bir araya gelip ortak sohbetler yapabilmesi, anlaşabilmeleri, dostluklarını göstermeleri… ne büyük bir varsıllıktır….

·         İşte, bunları yaşayabilmek, karşılaşabilmek belki de bir insan için en büyük mutluluk ve varsıllık olacaktır.

·         Ön koşullar da zaten artık bellidir, “kıskanmak, tepeden bakmak, küçümsemek, aşağılamak, olumsuz ön yargılar...” hiç olmamıştır ve bu tür kişilik özellikleri yoktur.

·         Bir de “güvenmek ve inanmak” tüm bunları kapsayan geniş bir ruh düzenidir.

·         Arkadaşına, onun doğru olduğuna, kişiliğine inanmak ve güvenmek istersin.

·         Güvenemediğin, inanamadığın birisi ile arkadaşlık sürdürmek pek doğru olmadığı gibi, bir de yüktür.

·         Arkadaş, dost olabilmek için karşılıklı bir “tamamlama ve teslimiyet” de olmalıdır.

·         Dostluk- arkadaşlık ayni zamanda bir “uyumluluk” da gerektirir.

·         “Çok arkadaşım var, çok dostum var” diye sevinen ve bununla da mutlu olabilen ne kadar çok insan var…

·         Çok arkadaşı, dostu olan vardır; bunların çok olması ve devamlılığı, niteliği ise o yaşanılan yere ve koşullara bağlıdır.

·         Arkadaş olup, birbirlerini her an görüp, birlikte zaman geçirenler olduğu gibi, yıllarca hiç görüşmeden ayrı yerlerde bulunanlar da vardır.

·         Aranılan, görüşmek istenilen arkadaşlar olduğu gibi, hiç akla bile gelmeyenler de olabilir.

·         “Dostum” diye düşündüğün ama seni ne arayan, ne soran da vardır.

·         Gözen ırak olan, gönülden de ırak olur, diyen atalarımızın haklı olduğunu da kabul edebiliriz.

·         Uzaktan izlediğiniz o arkadaşın başka kişilere ne denli yakın olduğunu görmek, onlarla ne denli sık görüştüğünü birlikte olduğunu görmek ise insanı inciltebilir.

·         İş ilişkileri, çalışma alanında beraberlik, komşuluk… gibi toplumsal etkenler ile oluşan arkadaşlık-dostluk çok uzun sürebilir ya da o ilişkiler bittiğinde yok olur, yiter, gider.

·         Toplumsal değerlere, mevki ve makama, ünlü olmaya dayana kişilerin çok “arkadaşı” tanıdığı olur; her aranırlar, ilgi odağı olurlar.

·         Toplumda makam sahibi olmayanlar ise kendi öz değerleri, kişilik “özelliklerine göre” sevgi ve saygı kazanır, gerçek dostluklar edinirler.

·         Ortak değerler, ortak kültür ve ortak birikimler ile geçmiş yaşamlar sonucu karşılaşan insanlar çok çabuk dost olup, sıcak sohbetler yapabilirler.

·         Her kişinin toplumdan edindiği algılar, üstlendikleri, beklentileri ve öz kişiliği ile de doğrudan bağlantılıdır “arkadaş edinmek”.

·         Genel eğilim olarak insanların çoğu “çok arkadaşı olsun”, “çok tanınan, sevilen, beğenilen birisi olsun” diye bir yaklaşım içerisindedir.

·         Bazı insanlar ise çok daha seçici ve daha dingin olup, dengeli ve az bir dostluk-ilişki çemberi oluşturur.

·         Kendini geri çeken, yalnızlığı seçen, toplumdan uzaklaşan insanın ise arkadaşı, dost zamanla çok aza iner, var olanlarla olan bağı da kopar gider.

·         Bu durumu seçmek de o kişiye özgü olabildiği gibi, yaşamın getirdiği bir konumsal olgu da olabilir.

·         İnsanın “kendi iç dünyası”, ruhsal durumu, mutluluğu, sevinebilmek, huzur arayışı ve doygunluğu… gibi özellikler ile baktığımızda ise “arkadaşlık arayışı”, bir “dosta olan gereksinim” de çok önemlidir.

·         Çok önem ve değer verdiğin, birlikte çok uyumlu ve doyurucu sohbetler yapabildiğin, fikirler oluşturabildiğin gerçekten de “dostum diyebildiğin” kişinin uzaklaşması, arayıp, sormaması, önemsemez oluşu, belki de unutur gibi yaklaşımı ise insanı inciltir, kırar ruhunu…

·         Hiç ummadığın bir an, bir yerlerden gelir bir yakınının, bir arkadaşının, bir dostunun ÖLÜM haberi…

·         Onu ne denli çok ve sık gördüğün, ne denli arkadaşlık yaptığından çok “o an”, haberi aldığın an “ruhsal olarak” neler algıladığın çok önemlidir.

·         Onun ölüm haberi ile ne denli sarsıldın, neler geldi aklına, ne zor geldi göz yaşını tutabilmen…

·         Birden ortaya çıkan “duygusal ve mantıksal”, ruhsal hesaplaşma, onu ve kendini, ilişkilerinizi birden aklınızdan geçirmeniz o arkadaşınızla vedalaşmanız asıl gerçeği ortaya koymuş olur.

·         Ona ne denli önem verdiğiniz, değer verdiğiniz… daha bir açıklık kazanır.

·         Gidenler bir daha gelemeyecektir; ölüm en zor ve çaresiz olanıdır.

·         Bu nedenle insanın aklından geçen, aklına gelen eski dostlarını aramalı mıdır?

·         Eski dostlar hep aynı mı kalmıştır, senin aramana nasıl bir tepki gösterir, bilemeyiz; bu endişe ise bu durumu, yeniden geriye iter ve engeller yeniden görüşebilmeyi.

·         Zamanın ilerlemesi ve değişen koşullar hem insanı hem de ilişkileri değiştirmektedir.

·         Belki bu konuyu açmam, irdelemem, anlattıklarım, derinlemesine açıp, yayıp, yorumlamak istemem çoğu kişinin yapmadığıdır.

·         Evet, pek de düşünmemek, “sık eleyip, dokumamak gerekir”, de diyebilirsiniz…

·         Aslında, istediğim gerçek ve doyurucu bir “insan iletişimi”nin, “arkadaşlık-dostluğun” nasıl olabileceğini irdelemek ve geniş bir analiz yapmaktı…

·         Bundan sonra yine “güzel arkadaşlıklar, dostluklar olsun”, “güzel insanlar hep olsun” dileklerimle…

·         Buna “rastlantı” diyebiliriz, ya da “kader”, ya da “ruh ikizleri” ya da “çekim yasası” çalışıyor da diyebiliriz…

·         Olursa ne güzel!

·         Yaşam bunları bize gösterecektir.

.      Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2023.09.09, G.