25 Ağustos 2023 Cuma

BİRİNCİ GÖREV

 -  BİRİNCİ GÖREV         .

·         Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. Yılına gelindiğinde artık çok “çağdaş, uygar bir refah toplumu” olacağını düşlemiştik.

·         Ne oldu ise son 40-50 yıldır ve özellikle de son dönemde bir sarsıntı, bir çöküş ve bir bunalıma doğru kayış gözlenmektedir.

·         Evet, temeldeki ana sorun demokratik, parlamenter bir hukuk devleti olmak isteğinden ve uygulamalarından vaz geçilmesinden kaynaklanmaktadır.

·         Türkiye çok uzun bir zamandır öz kaynaklarını kullanmada, değerlendirmede ve üretkenlikte çok sıkıntılı bir dönemin içerisindedir.

·         Kendi içinde bulunması gereken aydın, münevver, entelektüel düzeyi açısından çok sancılı bir dönemde bulunuyor.

·         Zeka düzeyi yüksek, yetenekleri üstün olan insanlarının önünü erken yaşlarda açıp gelişimlerini sağlayıp, ülkesi ve dolayısıyla da insanlık için çok üretken kişiler olmalarına olanak sağlamalıdır.

·         “Ulus devlet”in geliştirilmesi ve demokratik parlamenter yapıya hızla dönülmesi gerçekleştirilmesi sağlandığında düşünce ve bilim dalında özgür çalışmalar yapabilecek insanlar da çoğalacaktır.

·         Bu tür bir gelişim kazanılabildiğinde bir beyin göçü ülkesi olmaktan kurtulup, kalkınan, çağdaş yüksek teknolojiye sahip bir devlet, ülke olabilecektir.

·         Tüm bunlar için de “özelliği bulunan” kişilerin özgür ve çağdaş koşullar içinde kendilerini geliştirme olanakları sağlanmalıdır.

·         Sayısal çoğunluktan değil niteliklilikten söz edilir olmayı hedeflemeliyiz.

·         Temel örgün eğitimin çağdaş ve ulusal niteliklerle donatılması çok gerekli ve ivedilikli olmalıdır.

·         Asıl olan “evrensel” anlamda dünya ülkeleri arasında hak edilmesi gereken bir yere ve düzeye erişebilmektir.

·         Bunun nasıl ve hangi ilkeler çerçevesinde olabileceğinin de yol göstericisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve onun düşünceleri, başardıkları ve ilkeleri olacaktır.

·         Türkiye artık kendi gerçek yolunu ve kimliğini yeniden bulmalıdır.

·         Bu görev ve sorumluluk ayni zamanda hem ülkemiz halkına olduğu kadar, diğer mazlum halklar için de, Türk kökenli devletler için de üzerimize düşendir.

·         Bu bilinç ve bakış açısını her bir yurttaşımıza ulaştırıp onlara bunları yerleştirebildiğimizde bize gereken “doğru yol”a gireceğiz.

·         Atatürk TÜRK MİLLETİNİ şöyle tanımlamış: 

·         “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” 

·         Atatürk’ün bu tanımı, Türk milleti kimliğini, etnik kimliklerin ötesinde, tüm Türk yurttaşlarını kucaklayan ve BÜTÜNLEŞTİREN nitelikte bir kimlik olarak tanımlar.

·         “Çağdaş milliyetçilik” anlayışı, Atatürk’ün diğer açıklamalarında da ortaya koyduğu gibi, “ırkçı ve ayrımcı olmayıp”, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Türk milletini oluşturan bireylerin kökenleri ne olursa olsun, devlet yönünden tartışmasız “eşitliğini”, “birlikte yaşama arzusunu”, Türkiye’nin “üniter yapısına” ve “toprak bütünlüğüne” sahip çıkma bilincini içeren çağdaş bir olgudur.

·         Anayasanın 66. maddesindeki “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” ifadesindeki “Türk” sıfatları, etnik bir vasıflandırmayı öngörmez ve temsili “üst milli” kimliği tanımlar.

·         Siyasi anlamdaki üst kimlik, farklı etnik gruplara ait kişilerin “yurttaşlık bilinciyle benimsedikleri, bütünleştirici ve kucaklayıcı” milli kimliktir. 

·         Anayasadaki Türklük/Türk milleti kavramlarının etnik açıdan bölücü, dışlayıcı ve antidemokratik bir niteliği yoktur. 

·         Bu sıfatlar, Türk yurttaşlarının üst kimliği olup, yurttaşların her birinin kendi etnik kimliklerini de benimsemelerini ve onu özgürce yaşamalarını engelleyen bir yönü yoktur. 

·         Bu söz Atatürk’ündür: 

·         “Memleket mütesait [gelişen, yükselen] bir birliğe muhtaçtır. Alelade politikacılıkla milleti parçalamak hıyanettir.”

·         Atatürk Cumhuriyet Halk Partisi’nin 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara’da toplanan İkinci Kurultayı’nda 36.5 saat süren ve altı günde okunan uzun konuşması tarihi bir hitabeye dayandığı için NUTUK adını almıştır.

·         Atatürk nutukun ikinci cildinin sonunu, “Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet” metni ile bitirmiştir.

·         Atatürk’ün öncelikle seslendiği hedef kitle, “Türk Gençliği”dir.

·         Bunun için söze “Ey Türk Gençliği!” diye başlamaktadır.

·         Yüklediği görev;

·         “Birinci vazifen, Türk İstiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir” şeklindedir.

·         Bu iki kavrama verdiği önem şudur:

·         “Mevcudiyetinin ve istikbâlinin yegane temeli budur.” “Bu temel, senin en kıymetli hazinendir” biçiminde yapmıştır.

·         Türk Gençliğini, “İstikbâlde dahî seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhîli ve haricî bedhahların olacaktır” diye de uyarmıştır.

·         Tehlikelere karşı ikinci kez uyarmaktadır:

·         “Bir gün İstikbâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin.”

·         Birinci görevin ne olması gerektiğini ise;

·         “İşte bu ahvâl ve şerait içinde dahi, vazifen;” TÜRK İSTİKLÂL VE CUMHURİYETİNİ KURTARMAKTIR!“ diye belirtmiştir.

·         Atatürk “Türk İstiklâlini” ve “Türk Cumhuriyeti’ni” en temel hazine olarak kabul etmiş ve değerlendirmiştir.

·         Türk bağımsızlığının ve cumhuriyetinin korunmasını özellikle gençlikten istemiştir.

·         Gereksinim duyacağı gücün ne olduğunu metnin sonunda “asil kan” yani “Türklük” olarak söylemiştir.

·         Atatürk’ün burada asil kan sözü ile Türklüğü, Türklük ile de “biyolojik olarak ırkçılığı değil”, kültürel ve duygusal bir ulusalcılığı kastettiğini anlamamız doğru olacaktır.

·         “Ne mutlu Türküm diyene!” sözünde açık açık belirtilmiştir; “Türk olana” dememiştir.

·         Zaten yaşamının hiçbir döneminde ırkçılığı “benimsemediği” ve “desteklemediğini” biliyoruz.

·         Doğru ve güçlü bir öngörüşle 1927 yılında gençliği uyarmıştır, kendi yaptığı işleri övmemiş, kendi adını bile anmamıştır.

·         Atatürk’ün görüşleri ve önerileri, yol göstericiliği yönünde davranmak gerektiğini kavramalıyız ki ortadaki sorunlara doğru çözüm yolları bulabilmek için düşünelim ve davranabilelim.

·         Gerek kurumsal anlamda gerekse de tek, tek bireyler olarak şunu çok iyi kavramalıyız:

·         Boş ve içeriksiz konuşmalarla, sahte ve yanlış gündemlerle, gereksiz kişilerle uğraşacak ne bir gücümüz ne de bir zamanımız yoktur.

·         Çünkü birinci görevimiz, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek korumak ve savunmak olmalıdır.

·         Varlığımızın ve geleceğimizin biricik temeli budur.

·         Bu temel, bizim en değerli hazinemizdir.

·         Bugün bizi, bu hazineden yoksun bırakmak isteyecek, iç ve dış düşmanlar ve onların iş birlikçileri, yandaşları olabilecektir.

·         Tüm bunları görerek, bilerek şunları söyleyeceğiz:

·         Büyük Taarruz'un başladığı 26 AĞUSTOS 1922 gününün 101. yıl dönümünde birinci görevimizin ne olduğunun bilincinde olarak düşünüp, davranacağız ki ülkemizin geleceği çağdaş ve uygar olabilsin.

.     Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 26.08.2023, G.


13 Ağustos 2023 Pazar

KENDİMİZİ TOPLAMANIN ZAMANI

   - KENDİMİZİ TOPLAMANIN ZAMANI

·         “Yozlaşma ve tutsak edilmek” gibi bir durumun ülkemizde gittikçe arttığını görüyoruz.

·         Son yıllarda düzenli ve sistematik olarak uygulanan algı-zihin yönetimi çok geniş konularda çeşitli araç ve olayları kullanmaktadır.

·         Gizli-saklı olanların yanı sıra artık çok “açıkça” sunulan, “yerleştirilen” akımlarla kitleler “sürü halinde” elde tutulmak isteniyor.

·         Giyimde ve dış görünüşteki kabul ettikleri bu akımların içinde “dövme” gittikçe artan bir hızla yer alıyor.

·         Bu kitlelerin özgür iradeleri ele geçiriliyor ve onlar “egemen olan gücün istediklerini” kabul eder duruma getiriliyor.

·         Şu an toplumun hemen, hemen her kesimi büyük algı operasyonları altında ve de artık “sınıf bilinci”, “ulusal bilinç” yok edilmektedir.

·         Sağ duyudan yoksun, zihinsel ve kültürel kodları, iradesi ele geçirilmiş ve “insansı robotlar” yaratmaya çalışılıyor.

·         Eskiden kısaca “tüketim toplumu” bireyleri denilen bugünkü toplum daha çok “dijital çağın” yarattığı “iletişim araçlarının tutsağı” olmuş durumdadır.

·         Bu tür insanlar “ÖĞRENME MERAKI OLMAYAN, ELEŞTİREL DÜŞÜNMEYEN, ARAŞTIRMAYAN VE OKUMAYAN, YAZMAYAN, SORUMLULUK DUYGULARI VE ENTELEKTÜEL DÜZEYİ ÇOK DÜŞÜK BİREYLER” durumuna getirilmek isteniliyor.

·         Ucuz ve niteliksiz, köksüz, yeni tür bir kültür yaratılıp, çekicilik kazandırmaya çalışılıyor.

·         Görsel medya, sosyal medya, moda, müzik… dallarında bu yeni tür kitleler için çok niteliksiz ve yapay, ucuz sunumlar topluma pompalanmaktadır.

·         Böylelikle gittikçe ilerleyen ve yayılan bir geniş kitle hedefleniyor ve bunların her an ve her türlü yönlendirilmesi, yönetilebilmesi amaçlanıyor.

·         Ne yazık ki kamu kuruluşları, belediyeler, kitle örgütleri, üniversiteler, siyasi partiler, aydınlar… bu çok ciddi ve tehlikeli gidişe karşı çok duyarsız gözüküyorlar.

·         Son haftalarda birçok yerde birden görülen şenlikler, dinletiler ile belediyeler de bu gidişin içinde yer alıyor.

·         Ülkenin “siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunlarıyla” hiç ilgilenmeyen ve yok sayan kitleler, özellikle de genç kitleler hem bugün için, hem de gelecek için üzüntü yaratıyor.

·         Ülkenin siyasi durumundan, tarihinden, temel değerlerinden, köklü kültüründen uzaklaşmak isteyen, ilgi duymayan, umursamayan, bana neci kitleler için sunulan bu tür yapay yeni çağ kültürleri ile ele geçirilip yeni bir “yapay insan türü” yaratılmak mı isteniliyor?

·         Bu algı operasyonlarının yalnızca bir yanı ve bir etki alanı olup diğer kesimlerde ve alanlarda başka “modeller” de görebiliriz.

·         Örneğin dışarıdan açıkça ve rahatça ülkeye sokulan niteliksiz ve yabancı genç insanlar ile çok daha başka “toplumsal, siyasal ve kültürel” bozuşmalara, yozlaştırmalara yol açıyorlar, ki bu da bir başka operasyon türüdür.

·         Ana hedef nedir, ne yapılmak isteniliyor diye sorgulayan, araştırıp, düşünen insanlar olmasın diye durmadan değişik ve alanlarda çeşitli araç ve yöntemler kullanılıyor.

·         DUYARSIZ, UMURSAMAZ, SORGULAMAZ, ELEŞTİRMEZ, DÜŞÜNCE VE FİKİR ÜRETEMEZ, TESLİM OLMUŞ bir toplum yaratma konusunda çok başarılı olduklarını, eğer dikkat ederseniz, rahatça görürsünüz.

·         Tüm bunları görüp, anlayabilecek, algılayabilecek ve karşı durup, mücadele edebilecek kitlelere, yurttaşlara olan gereksinim ise çok açıktır.

·         Son yarım yüz yıldır gittikçe artan ve derinleşen bir TÜRKİYE karşıtlığı ve el geçirme, bölme planları, operasyonları ne yazık ki çok az bir kitle tarafından bilinçle, üzülerek izlenmektedir.

·         “Ulusal güçler, kültürel güçler” diye düşünebileceğimiz kitleler ise devamlı yapay gündemlerle, tartışmalarla zaman yitirmektedir ve BİRLEŞME, GÜÇLENME yerine tam tersine parçalanmaktadır.

·         Gerek “siyasi durum, gerekse de ekonomik ve stratejik durum” her geçen gün gittikçe çok daha güç odaklarının, uluslararası güçlerin, istedikleri yönde kötüye gitmektedir.

·         Buna DUR diyebilecek güç ancak “özgür iradesi yüksek, bağımsızlıktan ve de demokratik hukuk devletinden yana olan” Kemalist ve Atatürkçü kitlelerin durumu kavrayabilmesinden, çoğalmasından ve öne çıkmalarından geçer.

·         Çok yazık ki umut vererek geçiştirilecek günler artık geride kalmıştır.

·         Ortada görülen o geniş örgütler, partiler son seçim ile çok daha açıkça görülmüştür ve anlaşılmıştır ki halkın umut ettiği ,istediği gibi çıkmamışlardır.

·         Siyasi partiler ne yazık ki halkın kendilerinden beklediği başarıyı ve etkiyi, sonuçları gösterememiştir.

·         Yine de ne olursa olsun toplumsal ve siyasi sorunlara duyarlı bakabilecek, sorumluluk taşıyabilecek, bilinçli yurttaşlara, bu tür gençlere kavuşabilmeliyiz, bakış açımızı bu yöne kaydırmalıyız.

·         Artık “boş şeylerle zaman geçirecek”, çok mutluyuz ve çok rahatız, çok neşeliyiz, ne güzel eğleniyoruz, gezip, dolaşıyoruz”… diyecek bir dönemi çok geride bıraktık.

·         Uyanmanın, KENDİMİZİ TOPLAMANIN zamanı geldi.

. Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2023.08.13, G.



10 Ağustos 2023 Perşembe

SEÇİME HAZIRLIK

 - SEÇİME HAZIRLIK

. Seçim sonrası yaşanılan süreç artık yeni bakış açılarını getirdi.

. Gerçekler yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

. Muhalefet seçimi yitirdi; bunu kabul etmek gerekir.

. Önümüzde çok önemli bir seçi var ve iktidar her şeyi bunun için yapıyor.

. Ankara, İstanbul ve İzmir belediyeleri bu seçim sonunda artık CHP’li olamayacak.

. Çünkü CHP ve taraftarları, yöneticiler kısır tartışmalar ile seçime hazırlanamıyor, üyelerine güven veremiyor ve onları etken duruma getiremiyor.

. CHP önderleri, başkanlar gereksiz ve boş hiçbir konuşma yapmamalı ve tartışmalara girmemeli.

. Başarısızlığın nedeni doğru bir inceleme ile ortay çıkarılamadı.

. Yeni bir kadro çıkarabilecekler mi?

. Değişim, dönüşüm, yenileşme olacak mı; olacak ise nasıl olacak?

. CHP kendi içinde ve tüm seçmenlere göre Alevilik konusunu nasıl işleyebilecek; onları kazanabilecek mi?

. Bu son seçimin ülkenin geleceği için önemini seçmenlere doğru bir yöntemle anlatıp, güven kazanabilecek mi?

. Seçmenleri bütünleştirip, birleştirip, kazanıp, yurtsever ve Atatürkçü bir etki yaratabilecek mi?

. Temel sorunları çözebilmek için her şeyden önce “demokratik hukuk devletinin” hedeflenmesi gerektiğini anlatabilecekler mi?

. Yolsuzluklar, çeteleşmeler, kara para, rüşvet ve çıkar ilişkilerinin üzerine gideceklerini anlatabilecekler mi?

. Anayasanın güvencelerine, adalet ve hukukun üstünlüğüne, bağımsızlık ilkesine ve ulus devletin önemine, milli ekonomiye “sahip çıkacaklarını” anlatacaklar mı?

. Tarımda ve hayvancılıkta dışa bağımlılığa karşı durabileceklerini anlatabilecekler mi?

. Finans kurumlarına ve borç para verenlere karşı nasıl bir siyaset uygulayacaklar?

Halkın geçim sıkıntısından kurtarabilecek acil hangi önlemleri alabilecekler?

. Adil ve eşitlikçi bir vergi sistemi getirebilecekler mi?

. Eğitim, savunma, sağlık dallarında “MİLLİ” bir devlet politikasına dönebilecekler mi?

. Laiklik konusunda nasıl bir güvence verebilecekler?

. Cemaat ve tarikatların hukuk devleti sınırları içerisinde kalabilmesi nasıl sağlanacak?

. Ülkenin yer altı ver yer üstü zenginlik kaynaklarımıza nasıl sahip çıkacaklar ve onları nasıl koruyabilecekler?

. Denizler, akarsular ve boğazlar, limanlar ulusal özelliklerine dönüştürülecek mi?

. Cumhuriyet dönemi içerisinde kurulmuş olan sanayiye sahip çıkabilecekler mi?

. Yabancı şirketlere ve kişilere ülkenin topraklarının, fabrikalarının satışı engellenebilecek mi?

. Ülke içerisinde olup yabancılara satılmış olan fabrikalar, şirketler yeniden geriye alınabilecek mi?

. Türk parasının değer yitirmesine karşı ne gibi yöntemler ve planları var?

. Ülkenin dıştan alımına karşı ne gibi önlemler alınabilecek?

. Bilimsel çalışmalar için meler düşünüyorlar?

. Türkiye’nin dış borçlarının ödenmesi konusunda neler yapabilecekler?

. Yüksek öğretim ve üniversiteler bilimsel çalışmaların yapılabildiği çağdaş kurumlar durumuna nasıl getirilebilecek?

.  Dar gelirlilerin sosyal devlet ilkesi gereği haklar elde etmesi ve korunması nasıl olacak?

. Emeklilerin çağdaş bir yaşamı gerçekleştirebileceği bir düzeyde aylık alabilmesini nasıl sağlayacaklar?

. Emekçiler, işçiler, ücretliler hangi çağdaş hakları elde edebilecek?

. Devlet kurumlarında savurganlığın ve harcamaların incelenmesi ve denetlenebilmesi için neler yapabilecekler?

. Devlet yönetimi için nasıl bir model getirecekler?

. Devlet yönetiminde “güçler ayrımı” ilkesine uyabilecekler mi?

. Dış politikanın temel ilkeleri ve devletlerle ilişkileri nasıl olacak?

Komşu devletler ile nasıl bir ilişki içerisinde bulunacaklar?

Bağımsızlık ilkesine sahip çıkabilecekler mi; bunu yitirmeden “uluslararası” birlikler ile ne tür ilişkide bulacaklar?

. Devlet kurumlarında, kamuda görevlendirileceklerin seçiminde ve yerleştirilmesinde nasıl bir yol uygulayacaklar, hangi ilkelere uyacaklar?

. İnsan hakları, çocuk hakları, kadın hakları, işçi hakları… gibi evrensel haklara nasıl ve hangi çerce içerisinde uyacaklar ve bunları ne denli koruyabilecekler?

. Devletin ileriye dönük hangi tür hedefleri ve uygarlaşma yolunda yapacakları neler olacaktır?

. Dış göç konusunda nasıl bir politika uygulayacaklar?

. Ülkenin önemli sorunu olmaya devam eden sığınmacılar, kaçaklar konusunda ne tür önlemler ve kararlar alacaklar?

. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası bağımsız ve özgür bir kurum biçimine dönüştürülecek mi?

. Kara parayı önleme yasası yeniden çıkarıp, uygulamaya alınacak mı?

. Uyuşturucu ile mücadelede nasıl bir milli ve uluslararası politika uygulanılacak?

. Diyanet işleri başkanlığı kurum ve donanımları ile görev ve yetkileri ile yeniden bir dönüşüme hazırlanılacak mı?

. Temel eğitim eşitlikçi, adil ve milli bir yapılaşmaya kavuşacak mı?

. Liberalleşmenin olumsuzluklarını ve etkilerini nasıl önleyebilecekler?

. Dış yatırımcılara hangi hukuksal ve finansal çerçeve içerisinde izin verilecek?

. Gençlerin meslek kazanımını sağlamak için nasıl bir eğitim modeli uygulanılacak?

. Yüksek teknolojiye yer vermek ve desteklemek için nasıl bir çerçeve uygulanılacak?

. Kentleşme ve yapılaşma konusunda nasıl bir model uygulayacaktır?

. Çalışma koşullarını iyileştirici nasıl bir çağdaş model getirecektir?

. İç göçü önlemek için hangi önlemleri alıp, nasıl bir yol uygulayacaktır?

. Kültürel ve sanatsal alanda nasıl bir model uygulayacaktır?

. Ulusal sanayinin gelişmesi ve yönlendirilmesi için neler yapacaklar?

. Milli savunma ve Türk ordusu yeniden nasıl ve hangi ilkelerle yapılaştırılacaktır?

. Toplu taşımacılık konusunda nasıl bir çözüm yolu getirecekler?

.

.    Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, GC-A-23.08.10, G.

7 Ağustos 2023 Pazartesi

HUKUK ANLAŞILMAZSA

-  HUKUK "ANLAŞILMAZSA..."

·         Devletin kendisinde ve oluşumunda birçok öğe vardır ve de her devlet ayni özelliklere sahip değildir.

·         Bizim devletimizin ne olduğu, nasıl olması gerektiği bağlayıcı bir biçimde anayasada belirtilmiştir.

·         Anayasanın en temel ilkesi ise devletin bir “sosyal devlet” olduğu ve de bir “hukuk devleti” olduğu yönündedir.

·         Ülke içindeki devletin görev alanı altında bulunan toplum ve bireyler hem anayasaya uymak ve de anayasanın kendilerine sağladığı “hak ve özgürlükleri” kullanabilmek durumundadır.

·         En başta “milli ve temel” eğitim ile verilmesi gereken “yurttaşlık bilgileri” ile, kültürel ilişkiler ve değerler ağı ile yurttaşlar bir bilinç kazanır ve bununla da haklarına sahip çıkabilirler.

·         Eğer, her türlü yol ve yöntem, araç kullanılarak toplum içerisinde var olması gereken değerler yozlaştırılırsa ve de temel algılamalar üzerinde oyunlar oynatılırsa birçok alanda sarsıntılar ve bilinçsizlikler, belirsizlikler yaşanacaktır.

·         Temel hak, adalet ve hukuk anlayışı her gün karşılaşılan uygulamalar ve olaylar ile sarsıldıkça toplumsal kabul edilirlik de sarsıntı geçirir ve ilkesizlikler başlar.

·         Her alanda belirli ve belirleyici olan yasalar ucundan, köşesinden artık uygulanmazsa ve de bu durum birçok alanda kendisini gösterir ise ne olur?

- “Hukuka inanış”, “devlete güven” ve “adalet duygusu” büyük sarsıntı geçirir.

·         Bu durumu her an ve her yerde gözlemleyip yaşayan bireyler nasıl bir tepki gösterir?

·         Bireyler bu durum karşısında ne yapabilir, ne yapmalıdır?

·         İşte tam bu noktada ülkenin genel yapısı ve düzeyi ne durumdadır diye bakmak gerekir.

·         Çağdaş ve uygar, gelişmiş bir toplum ise onun bireyleri her türlü olumsuzluklara karşı “yasalara uymak” durumunda olumlu tepki göstererek ve belki de “örgütlenerek” olumsuzlukların giderilmesi yönünde tepkide bulunur.

·         Ama toplumsal değerler “yozlaşmış” ise, devletin gücü ve yapısallığı bozulmuş, ülkedeki sorunlar “çözümlenemez” duruma gelmiş ise, iktidarlar yönetemez ve devletten, toplumdan yana siyasetler üretemez duruma gelmişse, bireyler tamamen olumsuzluğa ve kanıksama dönemine girer ve hiçbir düzeltmenin “olmayacağına” inanmaya başlar.

·         İşte bu olumsuz toplumsal yapılanmalarda, iflas eşiğine gelinme anlarında bireyler hukuka olan inançlarını, hukukun üstünlüğüne güvenmek gerektiğini yitirirler ve ne hak aramaya girişirler ne de hukuk dışı davranışlara karşı gelirler.

·         Toplum artık her yönüyle ve her yandan bireylerde bir “boş vermişlik” duygusu yaratmıştır.

·         Günlük yaşamda kuralların, hak ve hukukun uygulanması gereken yerlerde, hiç kimse üzerine düşeni yapmamakta ve bunu da açıkça savunmakta ise ve buna rağmen bir uyarı bir ceza almıyor ise bu durum yayılır ve genel bir ölçü durumuna gelir.

·         Örneğin en basit ama çok da yaşamsal bir kural: Motosiklet sürücüsü başına koruyucu bir başlık takmak zorundadır; takmadığı durumda ise cezası vardır ve bunu da polis memurları denetler.

·         Ama yollarda çok yoğun bir motosiklet akımı vardır ve düzenli ve doğru bir başlık takan sayısı ise çok azdır ve de ne bir denetim ve yaptırım uygulanmaktadır.

·         Böylelikle bu örnekte olduğu gibi en küçükten büyüğüne değin tüm hukuksal yaptırımlar, uygulamalar var olmalarına rağmen gerçek yaşamda zamanla ciddiye alınmamakta ve hukuk tanımadan yaşamaya devam edilebilmektedir.

·         Ne bir kovuşturmaya, ne de bir cezaya uğramama durumu yaygınlaştıkça da hukuk artık anlaşılmaz ve kabul edilmez bir duruma gelir.

·         Halk duyarsızlaşır ve özensiz, bilinçsiz olur ve sorumluluk taşımadan yaşamaya alışır.

·         Hak araması gereken yerde hakkını aramaz olmaya başlar.

·         Bilinçli ve sorumlu bir yurttaş olarak üzerine gitmesi gereken hukuksuz olaylara ve davranışlara tepki vermez ve daha “yaşanılabilir bir toplum” istemlerinden vaz bile geçmeye başlar.

·         Devlete ve adalet sistemine, hukuka olan güvenini yitirir, karşı koyma, tepki verme girişimlerinden uzaklaşır.

·         Bu durum iktidarın çok işine gelir ve karşı koymayan, hak aramayan hukuk bilincini yitirmiş kitleleri çok iyi yönetebileceğini bildiği için bu yönde planlamalar yapar, sanki meydanı boş bırakır…

·         Herkes bu durumu görmektedir ve kanıksamıştır artık…

·         İnsanların hukuka inancı kalmamıştır.

·         Birey artık mücadeleci olmanın bir şeyleri değiştirmeyeceğine inanmıştır, ne karşı durur, ne de mücadeleci olur.

·         "Sosyal hukuk devleti kavramı, anlamı nedir, koşulları ilkeleri nelerdir", diye düşünemeyen, bunları bilmeyen, anlayamayan bir toplum oluşturulmuştur.

·         Bu ise aslında tam da “egemen ve yönetici” güçlerin istediği, planladığı durumdur.

·         Böylelikle de her şeyi tam da “kendi istedikleri” gibi yapıp, yönetip, uygulayabiliyorlar.

·         Bilinçsiz, öz güvenini yitirmiş, enerjisi tükenmiş, yorulmuş, dertlerine çare bulunacağından ümidini kesmiş bir toplum “yaratmak” için yıllardır uygulanan toplum mühendislikleri, algı operasyonları çok büyük başarılar elde etmiş demektir.

·         İstediklerini verip, istediklerini alabilen, istedikleri gibi yönetebilen, söz sahibi olacakları, yönetici olabilecekleri kendilerinin seçip, yerleştirdiği, gündemi belirleyebilen, basın-yayınına yön verebilen, ekonominin ve ulusal değerlerin kendi ellerinde tutulduğu “egemen güçler” artık çok başarılı olduklarını rahatça görebilir.

·         Halk ne olacak, halkın durumu ne zaman düzelecek, nasıl düzelecek… türünden sorular ise artık çok geç kalmıştır.

·         Özgür iradesine sahip çıkamamış, eleştiremeyen, sorgulayamayan, beşeri aklını geliştirememiş, çözüm odaklı düşünemeyen, donanımsız, bilgisiz ve mücadele ruhunu yitirmiş bireyler, kitleler olduğu sürece de ülke üzerindeki planlanmış ve uygulanmakta olan operasyonel programlara karşı çıkabilmek çok güçtür.

·         Günlük olaylar ise hep devam edecektir:

·         Partiler arası yakınlaşmalar, uzaklaşmalar, ittifaklar bir olacak, bir bitecektir.

·         Siyasi parti içindeki tartışmalar, örgütsel ve kişisel çekişmeler yeni gündemlerle, yeni gerçeklerle ortaya çıkacaktır.

·         İç çekişmeler, çıkar ilişki kavgaları, ilkesizlikler ve de kişiler üzerinde yoğunlaşan konuşmalar, tartışmalar ortalığa yayılacaktır.

·         İlkelerine ve kuruluş temelindeki “vizyonuna” sahip çıkamayan, içten “ele geçirilmeye” çalışılan ve de artık “yeni liberal” ideolojilerin sözü geçmeye başlayan, düne değin “umut taşıyan” parti kendi özüne dönemeyecek ve belki de üç yeni parti olarak “dizayn” edilecektir.

·         Asıl “ana sorun”, temeldeki sorun, çatlaklar ise hiç konu edilmeden öylece orada duracaktır.

·         Devlete, ulusa sahip çıkabilecek ne bir önder, ne de “kurtuluş ruhuna” sahip olup, “mücadele” verebilecek, derleyip, toparlayabilecek bir siyasi kuruluş görülmemektedir.

·         Ülkenin ve halkın bu tür değerleri ve gücü geçen zaman içerisinde tüketilmiştir.

·         Evet, umut gereklidir, ümidimizi yitirmemeliyiz; diyebiliriz, ama bu son gelinen noktaya çok da gerçekçi bakmalıyız.

- Artık bir Mustafa Kemal Atatürk gelmeyecektir.

·         Onun yetiştirdiği kişiler kalmamıştır, temelini attığı kuruluşlara son verilmiştir, gösterdiği hedeflere ve temel ilkelere karşı oluşan “karşı devrimcilik” her yanı sarmıştır.

·         Millet ülkesini ve değerlerini, bütünlüğü savunabilecek duyarlılığı ve bilinci yitirmiş duruma gelmiştir.

·         İçine düşülmüş olan tehlikenin ve yok olma, iflas etme durumuna ne denli yaklaşıldığının hiç ayırdında değilmiş gibi yaşamaktadır.

·         İlk yüzyıl sonunda gelinen bu duruma son verebilmekten yana olan “sağ duyulu” yurttaşlar, devletine ve ulusuna sahip çıkmak isteyen bireyler var ise onlar hiç “zaman yitirmeden” Atatürk’ü tanımalı, incelemeli, okumalı ve de üzerinde gerçekten anlayabilmek için, öğrenip, kavrayabilmek için düşünebilmelidir ki böylelikle yeni ve tepkisel davranışlara girebilsinler.

·         Karamsar olmamak, ümidi yitirmemek, boş verip, gülüp geçmemek için hepimize gelişmiş bir akıl, sağ duyu ve sağlık diliyorum…

.   Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 13.08.2023