26 Temmuz 2023 Çarşamba

OLMUŞ OLSA

 -  OLMUŞ OLSA

·         Türkiye büyük ve yeraltı ve yer üstü kaynakları varlıkları ile zengin bir ülkedir.

·         Hukuk devleti olamamak, hukukun üstünlüğünün tanınmaması, vergi sistemindeki adaletsizlik, devletin olanaklarının en büyük oranda çok az kesime sunulması, yolsuzluklar, mafyatik ilişkiler, kara paranın giriş-çıkışı, ekonominin ve finansal yapının doğru ve devletten yana yönetilememesi… gibi temel nedenlerden dolayıdır ki ülkenin sorunları gittikçe artmakta ve iflasa sürüklenmektedir.

·         Üretim artsa, dışarıdan satın almalar azalsa, borç para peşinde koşulmasa, devletin kasaları boşaltılmasa, ülkenin kazançları, gelirleri görünen-görünmeyen dişli ailelere-şirketlere gitmese, vergi muafiyeti onlara yapılmasa, ülkenin gelirleri, tüm elde edilen finansal güç “adil” olarak halka yansıtılabilse, emekçiler, aylıklı ve ücretliler, esnaf, çiftçi “insanca yaşamaları” için gereken gelire sahip OLMUŞ OLSA, nasıl olur?

·         Her türlü sömürü ve yolsuzluklar, kaçakçılıklar, kayırmalar engellenmiş olsa, nasıl olur?

·         Çağdaş uygarlık yolunda ilerlemeyi hedefleyen demokratik, parlamenter, anayasal bir yönetim ile, güçler ayrılığına uyarak yönetilen bir ülke olmuş olsa, nasıl olur?

·         Halkın, normal yurttaşların, orta ve alt gelir kesiminin satın alma ve ödeme olanakları yeterli olmuş olsa, barınma, yeterli beslenme, eğitim- öğretim hakkı, emeklilik ve sigortalılık düzeyleri çağdaş ölçüler içerisine alınmış olsa, nasıl olur?

·         Ülkeye gelen turistler, gezginler üzerinden yapılan olumsuz karşılaştırmalara hiçbir zaman yer verilmez, çünkü o zaman ülkemizin insanlarının içinde bulunduğu koşullar bir refah ülkesini gösterecektir.

·         Ülkenin insanları adaletli bir toplumda adil gelir düzenlemesi ile yaşayıp gelecek endişesi taşımadan mutlu ve huzurlu olduğunda, yurt dışına, başka ülkelere gezmek, onları tanımak, eğitim-öğretim için gidebilecektir.

·         Ülkenin iş ve yatırım kesimi kendi ülkesinde yatırım yapabilse, sanayide, tarımda ve teknolojide, yüksek teknolojide çağdaş koşullara uygun yatırımlar yapılıp, işsizlik önlenebile, bizim işçilerimiz, ücretli ve aylıklılarımız da tatil yapabilir ve isterlerse görülmeye değer başka ülkeleri de gezebilir.

·         Ülke içindeki gerçek okur ve yazarlar, aydınlar, bilim insanları kendi ilgi alanlarında, dallarında özgürce çalışıp, üretebilseler insanlarımızın kültürel ve entelektüel düzeyleri artacaktır, böylece de düşünsel ve akılcılık düzeyi yüksek bir toplum olarak daha kaliteli insan topluluklarına sahip olabileceğiz.

·         Kendine, ülkesine ve Türk milletine, öz değerlerine, ülkenin tüm varlıklarına, dağına, ormanına, denizlerine, ırmaklarına sevgi ve saygı duyan ve de onlara sahip çıkan insanlarımız olduğunda ise devlet de adil ve özenli bir hukuk devleti olacaktır, böylelikle de bağımsızlık ve özgürlük ilkeleri ile güçlendirilmiş bir ulusçu devlet ekonomisi ile emperyalizme ve onun her türlü kurumuna, şirket ve ailelerine karşı dik durup, onuruyla övünebilecektir.

·         Bir masal ülkesi olsun, ya da masallarla, öykülerle yaşayalım, övünüp, şişelim, boş sözlerle uğraşan, boş hevesler ve beğeniler peşinde koşan bir halk olalım, değildir asıl olan.

·         Herkes, genci, yaşlısı, okul görmüşü-görmemişi, kadını-erkeği ile ülkenin yeniden kendine gelmesi ve akıl sağlığını kazanıp, sağ duyulu davranıp ulusal birliğe ve bütünlüğe, bir Kurtuluş Savaşı ruhuna girmesi gerekmektedir.

·         Bu nasıl olacaktır?

·         Önce her türlü gereksiz ve boş konulardan, yanlış bakış açılarından, saçma özentilerden, ona-buna özenmekten ve tüketim toplumuna tutsak olmaktan kurtulup, ülke ve içinde yaşayan herkes için en iyisi nasıl olur diye akılcı düşünmeye yönelmek gerekecektir.

·         Evet, tek, tek bu nasıl olacak, derseniz, önce kendimiz, her bir birey bunu anlamalı ve anlatmalıdır.

·         Birçok resmi kayıtlı siyasi partiler, dernekler, vakıflar, STK, enstitüler, meslek odaları, sendikalar, düşünce merkezleri, basın-yayın-TV’ler, cemaatler, tarikatlar… her biri için, her var olan kuruluş üzerinden bir düşünmek gerekir; nedir, kimdir bunlar, ne istemekteler, ülkeye, halka, devlete bakış açıları nedir?

·         Ne yazık ki TÜRKİYE’ye göz dikenler, Türkiye üzerinde oynanan oyunlar ve tuzakları, onların işbirlikçileri, uzanan kolları, yerli kuruluşları ve görev verdikleri ilk bakışta hiç anlaşılmıyor.

·         Ancak sorgulayan, eleştirebilen incelemeler ve çok dikkatlice, özgün ve özgür düşünebilmekle, belki, kimin, hangi kuruluşun arkasında kimlerin olduğu ortaya çıkarılabilir.

·         Ülkenin bugün geldiği bu karmaşık toplumsal ve siyasi yansımalar içerisinde sakince, sağ duyulu ve bağımsızca düşünebilmek, birlerinin peşine takılmadan “yurtsever” bir tutumla fikir oluşturabilmek bile son derece güçleşmiştir.

·         Nedeni de zaten Türkiye üzerinde oyun kuranların “bunun böyle olmasını” istemelerindendir.

·         Her konuda ve her alanda bilinmezlikler, güvensizlikler, sahtecilikler ve kargaşa… yaratabilmek yöntemleri ile ülkenin ve halkın direncini kırmak ve de özgür iradesini yok etmek istemektedirler.

·         Böylelikle de her an ve hiç durmadan yeni ve yapay gündemlerle, sözde tartışmalar yaratmakta ve insanların dikkatlerini bu tarafa çekmek ve oyalamak istemektedirler.

·         En son bir örnek. Seçimler bitti, tartışmaları kısaca ve hemen oldu-bitti; şimdi bir yeni ve önemli tartışma ortaya atıldı: CHP ve gerçekleri….

·         Buyurun, bunları incelemeden, okumadan, dinlemeden nasıl geçiştireceksiniz; bunlar daha bitmeden bir ve daha çoğu hooop gündeme düşürülecek…

·         İşte, tam da bu mekanizma ile oluşturulan bir kısır döngü içerisinde “nasıl” olacak da yurttaş başını kaldırıp, gerçekleri ve doğruları görebilecek; bir de geçim sıkıntısıyla, yaşama savaşı verecek…

·         Belki de tam da bu nedenle halkın yoksul ve yoksun olması, geçim derdinden kafasını kaldıramamasını istiyorlardır.

·         Cahil, dünyadan ve gerçeklerden habersiz, sıkıntılar ve çözümsüzlükler içerisinde ve de devletin bile sahip çıkmadığı bir geniş halk yığını istenmektedir.

·         Tabii ki bu olmamalıdır; tam aksine, tam da tersi bir durum olmalıdır Türkiye halkı için…

·         Mutlu ve huzurlu, refah içinde bir adalet toplumu ve onun sevecek, sağlıklı yurttaşları neden olmasın?

·         OLMUŞ OLSA, kötü mü olur, ne dersiniz?

·         Sizler için sağlıklı ve huzurlu günler olsun diye dileklerde bulunmak istiyorum.

.       Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 26.07.2023, G.

********************************************************************************


20 Temmuz 2023 Perşembe

ZAMLAR VE RUHSAL ETKİLERİ

-   “ZAMLAR VE RUHSAL ETKİLERİ”

·         Son yıllarda Türk parasının durmaksızın değer yitirmesi ile ülkenin genel sıkıntıları çok daha arttı.

·         İktidar üretimi artıracak yolları bulamadı, enflasyon gittikçe arttı.

·         Devletin kasası hep açık veriyor. Şu an dışarıdan borç para bulma çalışmaları sürüyor.

·         Gelebilecek olan borç paraların ekonomiye ve devletin yürüyüşüne pek bir katkısı da olmayacak.

·         Alınan borç paraların faizleri de yine ayrı bir yük getirecek.

·         Yurttaşlar son derece huzursuz.

·         Her yeni bir gün yeni ve yüksek zamlarla karşılaşan halkın ruhsal dengeleri sarsılmakta ve bunun yan etkisi olarak fiziksel rahatsızlıklar da kendisini gösterecek.

·         Türk milletinin kendine olan öz güveni yitirildi.

·         Dünya genelinde ülkemizin içine düştüğü durum halkın genel güvenini sarstı.

·         İnsanlarda oluşan yetersizlik duygusu tüm davranışlarına ve huzur arayışına olumsuz etkiliyor.

·         İnsanlar nereye baksa olumsuzlukları görüyor.

·         Güne başlarken yine nereye, ne kadar zam geldi endişesi içinde perişan oluyor.

·         Dövizdeki artışın durdurulmaması zaten paramızın artık hiçbir satın alma değerinin olmadığını gösteriyor.

·         Aylıklara, emekli maaşlarına, ücretlere adil bir zam beklentisi ise yapılmamıştır.

·         Aylıkla, emekli aylığı ile yaşamak zorunda kalanlar, ücretliler geçim sıkıntısı çekmektedir ve içinde bulunulan bu durum çok büyük ruhsal çöküntüleri getirmiştir.

·         Sorunların kendisi değil de çözümsüzlük, çaresizlik duygusunu yaşamak ve gittikçe de batıyor olma duygusu ile baş edebilmek çok zordur.

·         Ruhsal gerilimler ve gerginlikler içinde geçen günler artık ufukta hiçbir ışık göstermemektedir.

·         Seçimler ve seçimlerden beklenilenler hiç de olumlu sonuçlar vermedi; aksine seçimlerden sonraki dönemde her şeye yeni zamlar durmadan gelmeye başladı.

·         Yaşamın sürdürülebilirliği çok zorlaşmıştır.

·         Özellikle gençler yaşamlarından beklediklerini, umutlarını yitirmişlerdir.

·         Tüm umutsuzluklar ve çaresizlikler insanın üzerinde çok büyük ruhsal sorunlar, dayanılmazlıklar getirmiştir.

·         İnsanlar durmadan birbirlerine içinde bulundukları sıkıntıları, pahalılıkları, zamları, geçinemediklerini anlatıyorlar…

·         Elektriğe, doğalgaza ve akaryakıta gelen yüksek zamlar, kira artışları, iyiden iyiye kabaran faturalar ile artan gıda fiyatları insanları çok olumsuz etkilemiştir.

·         Kime dert yansınlar, kimden yardım istesinler?

·         Çarşı, pazarda karşımıza çıkan fiyatlar da hayat pahalılığını gözler önüne seriyor.

·         İnsanlar artık dayanacak güçlerinin kalmadığını söylüyor.

·         “Artık ne yapacağımızı bilmiyoruz” diyorlar.

·         Zamlar halkın tümünü çok ciddi anlamda olumsuz etkiliyor.

·         Henüz çarşı pazarda yoklu, kıtlık yok ama satın alma gücü gittikçe ve hızla düşüyor.

·         Türkiye’nin yanı sıra Avrupa ülkelerinde de pahalılığının arttığını gözlemliyoruz.

·         Üretimin gittikçe yetersizleştiği, dış alımın ise gittikçe arttığı Türkiye’nin “kasası boş, borçları ve faizleri gittikçe artan ve dışarıdan borç para arayan” bir ülke durumunda olduğunu gören, bilen ve her gün bunları haberlerde duyan yurttaşlar nasıl huzurlu ve sağlıklı olabilsin?

·         İnsanlar umutların yitirdi, emekli maaşı ile geçinemez oldu.

·         Bu olumsuz yapı ekonomik kriz, insanlarda kaygı bozukluğu ve depresyon şikayetlerini artırdı.

·         Satılan antidepresan kutu sayısı 60 milyonu çoktan aşmış.

·         İnsanlar yorgun, gergin ve sinirli, tükenmiş ve son derece kaygılı bir ruhsal durum içerisinde umutsuzlukla kıvranır duruma düşmüş.

·         Yoksunluk ve yoksulluk duygusu, bu insanların psikolojisini son derece olumsuz etkiliyor.

·         Türkiye'de enflasyon son yıllarda durmadan artış gösterdi. TÜİK'in rakamlarına göre 2018 yılında 20,30 olan yıllık enflasyon, 2022 yılında yüzde 64,27 olarak açıklandı ise de TÜİK'in verileri oldukça tartışmalı.

·         Zira Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) 2022 yılı için enflasyon rakamını, yüzde 137,5 olarak ölçtüğünü belirtti. Bu enflasyon artışı, gerek ülke ekonomisinde gerekse de gündelik yaşamda tüm dengeleri olumsuz olarak değiştirdi. 

·         Dar gelirli insanların ruhsal dengelerinin tüm bunlardan etkilenmemesi elbette düşünülemezdi.

·         Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2009-2020 arasında “antidepresan” kullanımının yüzde 70 arttığı ifade ediliyor.

·         Belirsizlik ortamı kaygıyı artırıyor.

·         Türkiye’nin 146 ülke arasında mutsuzluk sıralamasında 2022 yılında sekiz basamak gerileyerek 112. sıraya yerleştiğini okuyoruz.

·         Krizle birlikte yoksulluk ve yoksunluk duygusu kadar belirsizlik duygusu da oluşuyor.

·         Hem antidepresan kullanımında, hem mutsuzluk oranında, hem de psikiyatri polikliniklerine başvuruda artış var.

·         “Kaygıyla baş etme yöntemi” olarak alkol ve uyuşturucu madde kullanımında da artış olabileceğine işaret ediliyor.

·         Temel ihtiyaçlara ulaşımın zorlaşması, artan ev kiraları nedeniyle barınmanın ciddi bir soruna dönüşmesinin yanı sıra okula gönderdiği çocuğunun beslenme çantasına yeterli gıdayı koyamamanın o insanın psikolojisinde ne kadar derin ve ciddi etkileri olduğunu çok iyi anlıyoruz.

·         Tüm bu durum diğer ikincil sorunları da tetikliyor.

·         Mesleki işlevselliğinde, kişilerin işlevselliğinde bozulma da yaratabiliyor.

·         Aile ilişkilerinde var olan ebeveyn sorumluluklarında ayrıca yeni sorunlar yaratıyor.

·         Bireysel olarak etkilenen durumlar belli bir orana ulaştığında, toplumun da etkilendiği bir duruma dönüşüyor.

·         En küçük kavgalar şiddete dönüşüyor.

·         Çaresizlik, çözümsüzlüğü beraberinde getiriyor ve şiddet en basit çözümmüş gibi görülüp, uygulanıyor.

·         Toplumsal ve ekonomik sorunlar çözülmediği sürece kişilerin sorunlarının çözüşebilmesi de olanaksız.

·         Pandemiyle başlayan ruhsal sorunlar ekonomik krizle çok daha derinleşti.

·         Tüm travmatik etkiler bireyin sınıfsal yapısı, kültürel özellikleri, sosyo-ekonomik durumu, bireysel özellikleri ve ruhsal altyapısı çerçevesinde etkilerini gösterdi.

·         Çalışanları yok sayan ve sermayeyi gözeten siyasi tercihlerin yapılması ruhsal pek çok sıkıntının oluşmasına neden oldu.

·         Derin yoksulluk, tükenmişlik, çöküş, çaresizlik ile sarmallanmış ruhsal yapı ile milyonlarca insan nasıl ayakta kalabilecek.

·         Öfkelerini bile açığa vuramaz duruma düştüler.

·         Krizlerin gerçek etkilerini saptayabilmek için kapsamlı bilimsel araştırmalara gerek olduğunu unutmamalıyız.

·         Çözüm aslında belli: Yoksulluğu ortadan kaldırmak…

·         Bir de şunu görüyoruz: Yoksulluk ve yoksunluğun kalıcılaşması ile duyarsızlaşma ve yabancılaşma ortaya çıkar ve beraberinde “edilgenliği” getirebilir.

·         Bu da boyun eğicilik ile sonlama riskini taşır.

·         Ama, herkes duyarsızlaşmıyor ve kanıksamıyor.

·         Aksine karşı çıkan, isyan eden, öfke duyan, bireyler var.

·         Öfkelerini sağlıklı ya da sağlıksız biçimde sergileyenler de var.

·         Gittikçe artan öfke ise dolaylı olarak “suç davranışını” artırma riski taşıyor.

·         İşte bu öfke, “örgütlü bir dayanışma” içinde olursa “tarihi” bile değiştirebilir.

·         Bireyin karşı çıkışı sonuç alamaz, tüm yolları tıkanırsa, demokratik olarak sahip olduğu temel haklar engellenirse, işte bu durum umutsuzluğa yol açabilir.

·         Ama umutsuzluk bir kader olmamalıdır.

·         Umut asla yitirilmemelidir ve çözüm yollarına gidilebilmelidir.

·         Eşitliğin, temel evrensel değerlerin önde ve üstte olduğu bir demokratik ülke olmak birinci koşuldur.

·         Krizler olmasın, yoksulluk, ayrımcılık, ötekileştirme olmasın, sömürü engellensin… istenildiğinde bireyin bunları tek başına gerçekleştirmesi olamayacağına göre bir dayanışma ve birlikte hareket gerekecektir.

·         Türkiye’de vergi kültürü ve vergi denetimi çok adil bir duruma getirilmelidir.

·         Devlet bütçesi güçlü bir duruma kavuşmadığı için enflasyon ve maaşlara yapılan zamlarla içinden çıkılamayacak bir sarmala doğru gidilmektedir.

·         “Enflasyonun yarattığı tahribatı kurtarmak için sürekli yüksek oranlı zamlar yapılıyor.

·         Yüksek oranda zam yapılmasıyla birlikte dar gelirli, orta gelirli insanların satın alma gücü çok daha düşüyor, dayanılmaz bir durum oluşuyor.

·         Dolaylı vergiler, ürünlerin satış bedeline yansıtılan vergidir ve o ürünü alırken birlikte ödersiniz.

·         Dolaysız vergiler ise insanların gelir veya kazançları üzerinden alınan vergidir ve bizdeki sisteme göre ise pek adil değildir.

·         Türkiye’de vergi adaletsizliğinin tartışılır bir konu olmasının en büyük nedeni ise vergi gelirleri içinde “dolaylı vergilerin” büyük bir yer kaplaması olmuştur.

·         Dolaylı vergilerin oranı, vergi gelirleri içinde yüzde 65’e yaklaşmış durumda

·         Seçim kazanmak için bir fatura çıkarıldı, o fatura da dönüp halka ödetiliyor.

·         Türkiye ekonomisinin düzeltilmesi ve enflasyonla baş edilebilir olmanın nasıl olacağına dair çok çeşitli ve kalıcı önlemler yok mudur?

·         Üzerinde konuşulacak, tartışılacak ve de birbirine bağlı birçok konu vardır.

·         Asıl olan ise temeldeki ana soruna bakmaktır:

·         Türkiye Cumhuriyeti anayasal, parlamenter, demokratik bir hukuk devleti olarak işlevlerini yerine getirmekte midir?

·         TBMM ve hükümet nasıl çalışmaktadır?

·         Güçler ayrılığı ilkesine neden uyulmamaktadır?

·         Hukukun üstünlüğü ve eşitlik ilkesini neden yerine getirilmemektedir?

·         Devletin en yukarıdan aşağıya doğru tüm kurumlarında neden denetlenemeyen ve sınırları belirsiz, yetkileri aşan harcamalar yapılmaktadır?

·         Ülkenin her gün gittikçe artan ekonomik çöküşü ve buna bağlı olarak da tüm yaşam alanlarında görülen sıkıntılar ve sağlıksız, mutsuz bir toplum olmamızın temel nedenleri nelerdir?

·         İşsizliğin ve dengesizliğin, adaletsizliğin gittikçe arması ile ülkeyi terk etmek isteyenlerin içine düştüğü ruhsal sıkıntılar ve bunalımlar nelerdir?

·         Sonuç olarak, “özetlemek” istesek nasıl bir çözüm önerisinde bulunursunuz?

·         Türkiye’yi içinde bulunduğu siyasal, ekonomik ve toplumsal sıkıntılardan, çöküşten, iflastan “nasıl” bir model kurtarabilir?

·         Yurttaşların, partilerin, toplum kesimlerinin, bilim insanlarının asıl “bakış açıları” nasıl olmalıdır; neler yapılabilir?

·         Akıl sağlığı yerinde, sağ duyulu düşünebilen, huzurlu ve mutlu yurttaş nasıl olabiliriz?

·         Sağlıklı, huzurlu ve mutlu ve de adil bir toplum olabilir miyiz?

·         Bize düşenler nelerdir?

.      Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 21.07.2023, G.

**********************************************************************


15 Temmuz 2023 Cumartesi

KAZANIMLAR YOK EDİLİYOR

-  KAZANIMLAR YOK EDİLİYOR

. Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde Türk Kurtuluş Savaşı ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti 100 yıl sonra kimlerin, hangi güçlerin saldırısına uğruyor?

. Halk durumun “ciddiyetinin” farkında olmasın isteniliyor ve halkın çeşitli kesimleri kendilerine göre uğraşılar buluyor, kendilerini avutuyor.

. Gerçeklerden uzaklaşan insanlar, kendi yaşam çemberi içerisinde buldukları ile, sosyal medyada beğeni toplamalarla yaşarken işbirlikçiler, çıkarcılar, bölücüler ve tüm karşı devrimciler her bir yanı sarmaya devam ediyor.

. Farkına varan oluyor mu?

. Cumhuriyetin getirdiği tüm kazanımları tek, tek yok edip yerine neler konulmak isteniliyor?

. Bu gidiş nereye kadar böyle devam edecektir, nereye gidilmektedir?

-  Devlet, toplum, din ve tarikatlar, cemaatler ve yapılanmaları, ilişkileri ve ortaya çıkardıkları güç ne durumdadır?

. Din ve vicdan özgürlüğünün anayasal bir hukuk devletindeki "yeri ve sınırları "ve bunların "uygulamadaki durumu" önemlidir.

.  Devlet ve dinsel yapılanmalar arasındaki ilişki ve bunun "hukuksal" zemini çok açık ve anlaşmalarla belirlenmelidir.

.  Şu an büyük bir serbestlik ve sınır tanımaz bir özgürlük ile gittikçe artan yayılma gözlenmektedir.

.  Ortaya bir "türban" tartışması atılmıştı ve bunun üzerine odaklanılır iken her yerde, her isteyenin yapabileceği dinsel yapılanmalar ve onların, ticari, toplumsal, kültürel yan örgütleri yayılmıştır.

.  Hangi yapılanmalar yasalara aykırıdır ve insan haklarına uymamaktadır, hangileri suç oluşturmaktadır... gibi sorgulamalar ve eleştirmeler pek yapılmamaktadır.

.  Son yüzyılın yarısında gittikçe hızla ilerleyen bu tür yayılma ve yapılaşmalar artık Türkiye devlet ve toplum yapısının yeni bir modeli olma yolunda olduğunu göstermektedir.

.  Devlet her şeyi ile, tüm sistematiği ve kullanımları ile bir yasallık, bir hukuksallık gösteren örgütlenme olduğuna göre "din ve vicdan ile ilgili her türlü durum ve özellikler, örgütlenme, hak ve özgürlükler, sorumluluklar, yükümlülükler… ÇAĞDAŞ BİR HUKUK DEVLETİNDE açıkça yer alır; almak zorundadır.

.  Bunun bu boyutlarda ve ciddiyette olmaması durumunda din ve inanç, vicdan konuları her zaman kötü kullanımlara, hak ihlallerine ve çatışmalara, suç unsuru olmaya, insan haklarına aykırı durumlara yol açmaya yatkınlık göstermeye… gidebilir; toplumsal, kitlesel çatışmalara, sömürüye zemin hazırlayabilir.

.  Devlet ve kilise (cami) arasındaki ilişkiler ve anlaşmalar açık olmadığı gibi hukuksal olarak da belirgin değildir. .  Batı Avrupa bu tip sorunları yüz yıl öncesinde görmüş ve hukuksallaştırmıştır. (Almanya FC.)

-  Mezhepler içinden yapılan "devletçe yasal tanınma" sonucunda onlarla ayrı, ayrı anlaşmalar yapılıp, etki ve sorumluluk alanları… saptanmıştır. (Stattsvertrag)

.  Türkiye bu yola girmemiştir ve çok serbestçi davranmıştır.

.  Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bu konuda açıklık ve sınırlamalar getirmiştir:

.    1982 Anayasasının "Din ve Vicdan Hürriyeti" başlıklı 24. maddesi ise aşağıdaki biçimdedir:

- Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir.

- Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.

- Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.

- Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

.  Çok kısa olarak gösterilen bu genel durum daha çok "iktidara gelenlerin" yaklaşımlarına, anlayış ve algılamalarına, eğilimlerine göre ülke genelinde biçim almıştır.

.  Beğenilmeyen, hoş görülmeyen, yanlış olan durumları göstermek, yorumlamak, dikkati çekmek ve eleştirmek… hiç de beklenilen güçte değildir.

.  Ülke genelinde ele geçirmişlik, yayılmacılık… ortada açıkça görülmekte iken diğer tarafta halkın bir rahatlık, bir umursamazlık, bir kabullenmişlik… içinde olduğu da gözlenmektedir.

.  Türkiye içindeki mezhep, tarikat ve cemaatler gerçeğini, bunların yayılması, devlet içinde odaklanması ve güçleri artık çok açıkça görülmektedir.

.  Devlet, tarikat, siyaset, ticaret, din, iman… ilişkisi içerisinde nasıl oluyor da toplumun her yerine rahatça yayılabiliyorlar ve çok büyük ekonomik güç de elde edebiliyorlar.

. Türk toplumu kendi dinsel inançlarını nasıl oldu da yıllar içerisinde böylesine yeni tür yapılanmalara “teslim” eder duruma geldi?

. Tarikatların dünya genelinde nasıl etki ve güç odakları olduğunu araştırdığımızda gerçekleri görürüz. (Opus dei, Moon… benzeri yapılanmalar ve özellikleri, kime, neye hizmet ettikleri yapacağınız kısa bir araştırmada bile anlaşılır.)

. İslam dini kendi “Kuransal” özelliklerine ve verilerine göre anlaşılabilir olmalıdır.

. Herkes anayasanın tanıdığı hak ve özgürlükler çerçevesinde ibadetini de yapabilir, dindar olabilir, bunda bir sorun yok.

. İslam dinini yaymak ve güçlendirmek, (haşa) Allah için aracılık yapma iddiasında bulunan şeyhler, şıhlar… müritleriyle devamlı yeni yapılanmalar örgütleyerek yayılmıştır, ticari işletmeler kurmuşlar, okullar açmışlardır ve açıkça ticarette, siyasette her yerdedirler.

. Menzil tarikatının şeyhinin ölümü dolayısı ile ortaya dökülen haberler, videolar, yorumlar tüm ülkede çok açık görüldü, izlendi…

. Milyonlarca insanı kendine bağlayabilen bu tür tarikat-yapılanmaları yıllardır genişlemektedir ve müritleri devletin içindedir, her yaptıkları açıktır.

.  Tarikat, cemaat yapılanmaları, örgütleri artık günümüzde kendi başına çalışan, kendileri için bağımsız köyler, semtler ele geçirmeye başlayan ve yine kendilerine göre din ve ibadet uygulamalarında bulunan ve de iktidarla iç içe olabilen güç odağı olmuştur.

.  Şu an açıkça görülmemekle birlikte tarikatlar arası çıkar çatışmaları, güç çatışmaları, etki-yetki çekişmeleri ortaya çıkacaktır.

.  Çok uzun yıllardır çeşitli yönleriyle ortaya çıkan, yayılan ve gittikçe de çoğalan cemaat ve tarikatlar Türkiye için büyük bir sorunsal olmuştur ve bu alanda yazılıp, açıklanabilecekler ise çok kapsamlı ve geniştir.

.  Ne anlıyoruz bu görüntülerden, Türkiye’nin geldiği son gerçeklerden neler anlamalıyız?

.  Ne yazık ki "uygarlık yolunda ilerleyen, çağdaş bir hukuk devleti" olmanın gereğini ve isteğini gösteren kesimler, muhalefet, aydınlar, hukukçular, demokrat ve okuryazar kitleler… durumun ne olduğunun pek de ayırtında değiller ya da çok da bir önem vermemektedirler.

.  Anayasaya ve demokratik laik devlet anlayışına bağlı yasalara aykırı birçok uygulama, söylem ve tartışmalarla aslında her şey açıkça görülmektedir.

.  Böylelikle de Türkiye yine "kendine özgü ve gittikçe de çok daha sorunsallı" bir çizgiye doğru götürülmektedir.

.  Ortaya gelen sorunlar, olumsuzluklar, anti demokratik yapılanmalar ve davranışlar yalnızca aslında birer ARAÇ olarak görülmelidir.

.  Bunları en önemli ve büyük sorun haline getirip toplumsal HUZURU VE DENGELERİ bozmak ve ülkeyi sonuçta bir kaosa-KARGAŞAYA sürüklemek ve BİRLİK-BÜTÜNSELLİK duvarlarını yıkmaktır.

.  "Temel bakış açısı"nın batı tipi, aydınlıkçı ve bilimsellikten yana, akıl ve mantık ölçütlerine uygun ama yine de ÇAĞDAŞ ve uygar olmasının NASIL olacağı üzerine pek de eleştirel düşünemediğimiz ve yalnızca "YAPAY" gündemlerle uğraşanlar kitlesi olunduğu çok açık.

.  Kim ne derse desin, kim ne isterse istesin, beğenin, beğenmeyin, TÜRKİYE çok önemli bir ülkedir ve tüm dünyanın gözü bu ülke üzerindedir.

.  Biz, Türk milleti bu ülkeye, topluma ve onun devletine sahip çıkmayı doğru dürüst beceremez isek, birileri (çok sayıda ve çok yönden, birileri…) gelip, ucundan, orasından burasından, haklı-haksız birçok parçaları koparıp, haklar edinip, gerekirse de kendilerine göre bölüp, parçalamaya çalışacaktır.

.  Tüm bu açıkça görülen durumlara, olumsuzluklara karşı çıkacak olan ve demokratik, laik devlete sahip çıkması gereken kesimler, muhalefet, siyasi partiler… üzerlerine düşeni, kendilerinden beklenenleri yapamamışlardır.

.  Bu durumda yapılacak en önemli tutum, “partiler üstü” duruşa ve bakışa sahip olmak ve siyasi parti ve kişiler üzerinden yapılan gereksiz ve boş tartışmalara girmemektir.

.  Bilinçli, uyanık ve yurtsever yurttaşların ülkesini ve devletin bütünlüğünü korumayı bilmesi ve istemesi kesinlikle şarttır!

.  Ülkesine, devletine Atatürk’e, cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkan, çağdaş ve demokratik yurtsever insanlar tüm bu olumsuz duruma nasıl bakar, neler düşünür, nasıl tepki verir, derseniz, görünüş hiç de umut verici değil.

.  Bu konuda kime, kimlere iş düşmekte, görev ve sorumluluk düşmektedir, diye sorarsanız…

.  Herkese, hepimize…

.    Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 15.07.2023, GF.