25 Şubat 2023 Cumartesi

ÇAĞDAŞ TOPLUM VE HUKUK

 -  ÇAĞDAŞ TOPLUM VE HUKUK   .

Toplumlar ancak "kendi içinde" var olan gerçek "kültür" ve gerçek "değerleri" ne ise onun ile karşılaşır.

Toplumdaki insanlar da çok çeşitlidir; genetik farklılıkları, bireysel özellikleri, aldıkları kültür ve değer yargıları, yaşadıkları bölgeler, mahalleler… çok farklılıklar gösterir.

İnsanın yüz binlerce yıldır gelen doğasının getirdiği "hayvansal" yönlerin ise “toplumsal terbiye, eğitim ve ahlak” ile iyiye yönlendirilmesi, ne kendine, ne de bir başka varlığa zarar vermeyecek bir duruma getirilmesi gerekir.

Toplumun düzenine ve diğer insanlara-varlıklara zarar vermeye başlayan bir insan için toplumlar-devletler kendilerince kurallar ve sınırlamalar, yasalar getirmişlerdir.

Her çağ ve her yöre, her toplum farklılıklar gösterse bile günümüzün “EVRENSEL DEĞERLERİ” içerisinde “ÇAĞDAŞ HUKUK” devleti en iyi ve en geçerli yöntemleri, yasaları bulmak, kabul etmek ve uygulamak zorundadır.

Tek, tek de olsa kötü ve zararlı örneklerin de yine ayni çerçevede ele alınıp, değerlendirilip, yargılanması gerekir.

“Benim” olan hoş görülsün" diye bir şey olamaz.

Ya da “istisnalar” diyerek ortaya çıkmış olan çirkin tablolar yumuşatmaya çalışılamaz.

Suç ve suçlu varsa, bunu belirleyen, tanımlayan, yargılayan ve karara bağlayan mahkemeler her şeyin üzerinde olmalıdır.

Günümüzde varılması gereken hedef gerçekten de çağdaş uygarlık düzeyine erişebilmektir.

Çağdaş uygarlık düzeyinin ölçütleri ve olması gereken özellikleri, değerleri ise çok açıktır ve bellidir.

Devleti, yönetim modelini, devletin erklerini, gücünü, demokratik kurallarını belirleyen ve biçimlendiren ise HUKUK'tur.

Hukuk evrenseldir ve "partiler üstü"dür.

Herkes yasalar önünde eşittir ve eşit muamele görmelidir, adil yargılanmalıdır.

ÇAĞDAŞ bir hukuk devleti ve toplum olmak için her şeyden önce “bu” düşünce ve uygulama biçimi gerekir.

Yaşamak için her zaman ekmek ve su bulunabilir belki de…

Ama “adil” bir toplum ve vicdanı “hür” bir yargılama sistemi olmadan hiç bir birey “ben çok rahat yaşıyorum, başkasından bana ne” dememelidir.

Hiç bir çağdaş devlet biçiminde hiç bir grup, kitle, parti ya da meslek, mezhep… bir diğerinden üstün tutulamaz ve farklı bir davranışla kendilerine ayrıcalıklar yapılamaz.

Bizim asıl bakmamız gereken pencere “bu” olmalıdır:

İnsanlığın bugün ulaştığı “evrensel değerler” ve “demokratik, çoğulcul, "güçler ayrımı" ilkesine bağlı bir "özgürlükçü parlamenter devlet yapısı” olmalıdır.

Bu ilkelerin herkes için, her bir birey ve anayasal güvence ile kurulmuş dernek, kuruluş ve siyasi partiler için "de" kabul görülmesi gerekir.

Bu da yetmez tabii ki tüm bu özelliklerin "yaşatılması" ve "garanti altına" alınması için çaba gösterilmesi gerekir.

Yaşamanın, insan olmanın "asıl anlamı" da bu değil midir?

İNSAN ONURU her şeyin üzerinde tutulmalı ve korunmalıdır.

Şu son 5 bin yıllık insanlık tarihi ile görüyoruz ki “tek tanrılı dinler” de temelde hep “insan” denilen varlığın iyiye ve huzura gitmesi için birer “yol gösterici” olmuştur.

Bu dinlerin ilk verdikleri “temel mesajlar” ve “öğretiler” zamanla çok yönlü olarak farklı alanlarda ele alınmış ve çok dağınık yapılanmalara bürünmüş olsalar bile, yine de bu örnekle görüyoruz ki insanın diğer insanları “sömürmek” istemesi, “kendilerine ayrıcalıklar tanıyacak rejimler” kurmak istemeleri hiç durmaksızın artmıştır.

Son din ve son gönderilmiş kitap Kur’an yine yerinde durmaktadır.

İsteyen bundan, bu yol göstericilikten "doğrudan doğruya" yararlanır, dersler çıkarır.

Ne yazık ki bugün gelinen noktada dünyanın her yerinde çok ama çok sayıda gruplar yeni, yeni yapılanmalar (mezhepler, tarikatlar) ortalıktadırlar ve birçok alanda egemendirler.

Ve de bunlar “kendilerince” geliştirdikleri bir dünya ve toplum sistemini uygulamak, diğer insanlara da uygulatmak istemektedirler.

Bu istek ise yer, yer zamanla şiddete ve teröre kadar artmaktadır.

Çok kısaca şunu söyleyebiliriz:

Toplumun içinde kendi aralarında ve de bir toplumun çeşitli “kesimlerinde” çok, çok “farklı kültür grupları” oluşmuştur.

Kültürlerin kendileri arasında devam eden çekişmeleri ve üretimden, siyasal erkten daha çok pay almak istemeleri, iktidarda daha çok söz sahibi olmak istemeleri her zaman görülmüştür.

Bu çıkar çekişmeleri ve egemen olma çabaları dünyanın her yöresinde var olmuştur.

Bu gerekli ya da gereksiz çatışmaların bazen da savaşların, olmamasının ise aslında tek formülü "evrensel-çağdaş" yöntem ve kurallara sahip çıkabilmektir, onları, hukukun üstünlüğünü uygulamaktır.

Güç odakları, global güçler ise yine “kendilerince haklı” gördükleri talepleri doğrultusunda birçok ülkenin çağdaş değerlerle yönetilen devletler olabilmesine izin vermemektedirler.

Bu da global güçlerin kendi çıkarları için olan düşüncesi ve yöntemidir.

Tüm bunlara rağmen, yine de bizim gibi insanlara, sıradan bireylere düşen tek çözüm yolu “evrensel-çağdaş” bir yolu istemek hukukun üstünlüğüne dayanan, demokratik bir hukuk devleti için ve o yolda yürümektir.

Yoksa, boş ve gereksiz, tabansız tartışmalar ile enerjisini ve sağ duyusunu yitiren toplumların oluşmasına katkıda bulunuruz ve de toplumun büyük bir çoğunluğu hep adaletsizliklerle karşılaşır.

Bizler her zaman tüm bunlara rağmen yine de "doğru yolu" seçmeliyiz.

Günümüzde, çağdaş bir devlet olabilmenin başlıca koşulu, demokrasi ilkesini o devlette tam olarak uygulayabilmekten geçer.

Demokratik bir devletin temel unsuru HUKUK DEVLETİ olmak ve HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ sadece teorik değil, pratikte de özümseyerek uygulamaktır.

YARGININ bağımsızlığı ve tarafsızlığı HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ yasamanın ve YÜRÜTMENİN de bağımsızlığı anlamına gelir.

Hukukun üstünlüğüne, herkes eşit olarak uymak zorundadır; demokrasinin olmazsa olmazı olan bu üstünlük, bireysel özgürlüklerin ve yurttaş olabilme yeterliliğinin temel koşuludur

Hukukun üstün olduğu çağdaş ülkelerde, tutukluluk ve hükümlülük ayrımları nettir ve birey "hüküm olmadan" aylarca içeride tutulamaz.

Hiç kimseye ya da aileye, para, mevkî ya da güç ayrımı olamaz ve ayrıca bir çıkar elde etmesine izin veremez.

Kişilere görüşlerine, ırklarına, inançlarına, yaşam biçimlerine ve kimliklerine göre ayrım yapmaz.

Devlet, yurttaşlar karşısında tamamen tarafsız davranmak zorundadır.

Temel hak ve özgürlüklerin korunmasında sadece, iç hukuk normları değil, uluslararası sözleşmelerle oluşan hukuk da önemlidir ve uyulması zorunludur.

Ulusal düzeyde ANAYASAYA, uluslararası boyutta kimi sözleşmelere uyulması ve bunlara uygunluğun yargı yoluyla sağlanması, temel hak ve özgürlüklerin ve azınlığın çoğunluk karşısında korunması, günümüz HUKUK DEVLETİNİN ve HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ ilkesinin belirleyici özelliğidir.

"Hukuk Devleti"nin en önemli unsurlarından biri de, toplumda, devlet yönetiminin "hukuk"a bağlı olduğu inancının yerleşmiş olmasıdır; halk devlete ve adaletine güvenebilmelidir.

Çağımızın dünyasında ne yazık ki ülkelerin, devletlerin, toplumların gelişmişlik düzeyleri hiç de istenilen durumda değildir.

Gelir dağılımları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü, iktidarın durumu, üretim modelleri, eğitimde eşitlik, insan hakları… gibi temel konularda çok gerilerde kalan ülkeler vardır.

Türkiye ise tüm bu bakış açılarına göre ne yazık ki tarihinin en sorunlu olduğu çok zor bir döneme girmiştir.

Bunun en temel ve ana sorunu ise demokratik bir hukuk devleti olamamasından kaynaklanmaktadır.

Umut ve bilgi dolu, emek dolu, akıl ve bilinç ile yönlendirilmiş günlerimiz ancak gelişmiş bir çağdaş toplum olmamızı sağlayacaktır.

.  Saygılarımla...

.  Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 26.02.2023, MŞ.


18 Şubat 2023 Cumartesi

DEPREM ÖNCESİ ÖNLEMLERİ

 - DEPREM ÖNCESİ ÖNLEMLERİ

. 6 şubat deprem felaketinden sonra tüm ülke yasa boğuldu, acılar içinde geçen günler, geceler yaşanıldı.

. Tüm Türkiye'ye geçmiş olsun. Ölenlere Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara şifalar diliyoruz.

. Deprem ve sonuçları, nedenleri üzerinde kamu oyunda medyada çok konuşmalar yapıldı, bilim insanları açıklamalarda bulundu.

. Deprem tartışmaları yapmak değil, bir deprem ülkesi olan Türkiye'de nasıl yaşanılabilir, ne gibi kurallara uyulmalıdır, ne tür önlemler alınmalıdır, diye çalışmalar yapılmalıdır.

. Deprem öncesinde, deprem anında ve sonrasında alabileceğimiz birçok yararlı ve gerekli önlemler olacaktır:

. Deprem bölgelerinde yapılan yapıların yıkılmaması ve her şeyden önce insanların zarara uğramaması için çok daha önceden ülke genelinde önlemlerin alınması gereklidir.

. Depremlerin varlığı ve nedenleri fay hatları belli olduğuna göre bu gerçekleri içerecek bir "fay yasasının" düzenlenmesi ve çıkarılması büyük açıklık getirecektir.

. Deprem gerçeğine göre yaşamak ve kentleri, yolları, yapılaşmaları buna göre planlamak ve hazırlamak gerekecek ise en uygun önlemleri de alacağız:

. Bilim insanı olanların, mühendislerin, jeologların, jeofizikçilerin, mimarların, elektrik ve asansörcülerin ve de yine her türlü iş dalında çalışacak işçilerin birer güvenilir meslek eğitiminden ve stajlardan geçmiş olması gerekir.

. Bağımsız ve meslek odalarının güvencesi altında çalışabilen, sorumlu ve yükümlü "deneticiler" kurumunun oluşturulması gerekir.

. Belediyelerde bulunan inşaat izni ve ruhsatı veren dairelerdeki kişilerin donanımlı ve sorumluluk taşıyan, liyakatli, eğitimli görevliler olması gerekir.

. Bölgesel imar planlarının, yerleşim alanlarının, inşaata açılacak yerlerin bakanlıklar tarafından belediyeler ile iş birliği içerisinde ve bilimsel verilere göre düzenlenmesi gerekir.

. İnşaat yapılacak yerin zemin etütlerinin tam ve derinlemesine bilim insanlarınca raporlanması gerekir.

. İnşaat yapacak ve sorumluluk taşıyacak şirket ya da kurumlara verilecek olan çalışma izinleri, sınav ve yetkiler çok daha baştan ve yeniden düzenlenmeli.

. İnşaatta kullanılan tüm malzemeler kayıt altında olup, çok iyi denetlenmeli.

. Aşama, aşama inşaatın ilerlemesi ölçülüp, denetlenip, raporlanmalı.

. İnşaatın bitimi ile birlikte devir-teslim aşamasında yapılan denetlemelerde her türlü belge ve evrak dosyalanıp, sözleşme ve sorumluluk altına alınmalı.

. Devlet ve kamu kurumlarına da yapacakları inşaatlar için "ayrıcalık tanımadan" tarafsız ve özgür, bilimsel denetlemeler yapılmalı.

. Taraflar arasında kayırma, rüşvet ve iltimas olduğu durumlarda "cezai koşulların" artırılması ve ürkütücü bir düzeye getirilmesi yararlı olacaktır.

. İnşaatlarda ortaya çıkan eksiklikler, hata ve yanlışlıkların "düzeltilmesi çalışmaları" belli bir işlemler düzeyinden sonra yine sıkı bir denetlemeye tutulmalı.

. İzinsiz, ruhsatsız inşaatlar ve bina içi değişiklikler saptanıldığında verilecek cezalar artırılmalı.

. "İmar affı" türünden toplu ve örgün afların asla yapılmaması gerekir.

.Tüm okullar düzeyinde aşama, aşama öğrencilere "Türkiye Gerçeği: DEPREM" dersleri verilerek temel bilgiler, korunma ve bilinç sağlanmalıdır.

. Devlet başta olmak üzere genel afet programı ve uygulamaları ülke çapında planlı ve yaygın bir biçimde oluşturulmalıdır.

. Afet ve kurtarma, yardım planlanmaları, kişi, ekip ve araç- gereç, malzeme, depo "önceden" yurt çapında belirli yerlerde planlı bir biçimde planlanmış olmalıdır..

. Her türlü sivil toplum kuruluşları, dernekler, belediyeler, işletmeler, fabrikalar, madenler… kendi içlerinde yapacakları "Arama, Kurtarma ve Yardım" örgütlenmeleri, ekipleşmeler, ekipmanlar için düzenli aralıklarla ve bir program çerçevesinde "eğitimler" düzenlenmelidir.

. Ülke genelinde var olan tüm ekipler, ekipmanlar, depolar ve araç, gereçler için de toplu ve birleştirici bir envanter her an hazır olabilmeli ve işlerlikli olarak güncellenmeli…

. Bilimsel kurumlar ve bilim insanları ile düzenli ve programlı olarak eğitim, gelişim ve yenileme seminerleri düzenlenmelidir.

. Her bir mahalle düzeyinde var olan adresler ve ikamet edenlerle birlikte mahalle afet komiteleri kurulmalı ve yıl içinde zaman, zaman toplantı ve seminerler düzenlenmelidir.

. Asker, jandarma ve polis de kendi içerisinde her an hazır ve işlerlilik sahibi " Arama, Kurtarma ve Yardım" bölümleri kurmalıdır ve de eğitimlerini, tatbikatlarını sağlamalıdır.

. Devlet içerisindeki yöneticiler ve görevliler için de belli bir zamanlama ve program çerçevesinde bilim kurumları tarafından seminerler verilmelidir.

. Ani bir afet anında hemen kullanılabilecek internet, ileri teknoloji, dijital olanaklar, programlar, portallar çok önceden hazırlanıp, kullanıma sunulabilmelidir ki afet döneminde gerek yurttaşlar, gerekse görevliler ve kurumlar hemen kullanabilsin, haberleşebilsin, yardımlaşabilsin.

. Cep telefonlarına AFET için düzenlenmiş bir aplikasyon hazırlanmalı ve kullanıma sunulabilmeli.

. Bir savaş anında olduğu gibi tüm ülke ilk baştan bir "AFET" ve korunma, kurtarma, yardım gündemine girip, yurttaşlar nerede, nasıl davranacağını çok önceden planlanan eğitimlerle almış olabilmeli.

. "Sivil Savunma", "Afetle mücadele" konuları tümüyle baştan ve adım, adım elden geçirilmeli, programlanmalı ve geliştirilmeli, tatbikatlarda bulunmalı.

. Tüm önlemlerin alınabilmesi, doğru ve sağlıklı, güvenilir olarak uygulanabilmesi için de tüm ülkenin güvenilir bir hukuk sistemine kavuşması, bir "hukuk devleti" olması gerekir.

. Devlet "yasama erki" gereği en çağdaş ve en uygun yasaları zamana uygun olarak çıkarabilmelidir.

. Devlet tüm kurumları ve kuruluşları ile yasaların ve yönetmeliklerin doğru ve tam zamanında uygulanmasının takipçisi olmalıdır.

. Bağımsız ve özgür yargı her türlü hukuksal durumlarda üzerine düşen çalışmaları gecikmeden yerine getirecektir.

. Tüm yurttaşların bilinçli donanımlı ve çağdaş bir bakış açısına kavuşabilmesi için de "Halk Eğitimi"nde, "Yetişkinler Eğitimi"nde çalışmalar, kurslar, seminerler düzenlenmelidir.

. AFET anında ve sonrasında can kurtarma, arama, araştırma, yaralılara yardım, sağlık yardımı, beslenme, hijyen, bina, binada ikamet edenler kayıt altına alınmalı, taranmalı ve sıra enkaza geldiğinde… diye yapılacak tüm işlerde, çalışmalarda olabildiğince uygun ve doğru araçlar, ekipmanlar ve eğitilmiş ekipler bulundurulmalıdır.

. AFET sonrası barınma, beslenme ve haberleşme, aydınlanma, tuvalet, hekim, hastane, giyecek… yardımları en iyi biçimde koordine edilebilmeli ki insanlar bir an önce yeniden yaşama dönebilsinler.

. Tarım alanlarının ve fay hatlarının geçtiği tüm alanların gerçekten yapılaşmalardan uzak tutulması yararlı olacaktır; yeni yerleşim yerlerinin yamaçlara, tepelere planlanması çok acildir.

. İleri aşamalarda ise yıkılan konutların, binaların yerine çok daha iyi ve akıllı seçilmiş yeni yerleşim alanları gündeme gelecek ve buralara yeni yapılar, yukarıdaki önlem ve kurallara uyarak yapılacak ki TÜRKİYE yeniden ve en iyi biçimi ile kurulabilsin.

. Ev satışlarında ya da kiralamalarda kullanılmak üzere var olan yapıların incelenmesi, araştırmaları yapılmalıdır ve binaya "yer-yapı güvenlik belgesi" düzenlenmelidir.

. Evet, deprem, sel, yangın… benzeri tüm afetleri çok ciddiye alarak hazırlanmak, örgütlenmek, eğitilmek ve sağ duyulu, ciddi yatırımlar yapmak zorundayız.

. Özellikle de ülkenin bir deprem kuşağı üzerinde olduğunu asla unutmadan hazırlanmak, daima donanımlı ve iyi yetiştirilmiş ekiplere sahip olmak ve riskleri en aza indirmeye çalışmamız gerekir.

. Deprem olmuş ve yıkılmış olan yapıların yerine yenilerinin asla yapılmaması ve oraların "YAPI YASAKLI BÖLGE" olarak tanınması gerekir.

. Tüm kitleleri, toplumu kapsayacak büyük ve yeni planlar hazırlanacak, akılcı ve depreme uygun kentler oluşturulacak.

. Bir ülke, bir devlet olarak baktığımızda herkesin el birliği ile, vicdan ile, temiz yürek ile dayanışma göstermesi gerekecek,  yöneticilerin, seçilmiş ve atanmış her görevlinin de hukuka uyarak en iyi ve adil işleri üstlenmesi beklenilecektir.

. Yeni bir dünya, yeni bir toplum düzeni ve ahlak anlayışı ile eski alışkanlıklar, bakış açıları, yanlış davranışlar kaldırılacak ve çağdaş bir TÜRKİYE için bilimden ve akıldan yana bir eğilim ile tüm güçlerimizi birleştireceğiz.

.    Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 19.02.2023, MŞ.

 

12 Şubat 2023 Pazar

YÜZYILIN FELAKETİ

 -  YÜZYILIN FELAKETİ    .

TÜRKİYE pazartesi (6 Şubat) sabaha karşı saat 04.17'de şehirleri yerle bir eden on binlerce insanın canını alan, milyonlarca insanı etkileyen, evsiz bırakan, büyük bir felakete uğradı.

Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki iki büyük deprem, 6 Şubat'ta Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Kilis, Malatya ve Elazığ illerinde büyük yıkım yarattı.

Deprem sadece bir bölgeyi yakıp yıkmıyor, o enkaz altında "ruhu yaralı" koca bir ülke bırakıyor…
Depremde yaşamını yitiren insanlarımıza Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz.

Halkımızın başı sağ olsun.

Yüzyılın felaketi olan bu deprem onlarca yıla dayalı ihmallerin, yozlaşmanın,yolsuzlukların, ahlaki çürümenin ağır bir faturasını ortaya çıkardı

Kahramanmaraş Pazarcık merkezli deprem bir sürpriz mi?

Dünyanın en aktif ve en önemli kırık hatları arasında yer alan Kuzey Anadolu fay bölgesinin uzunluğu yaklaşık 1200 km. genişliği ise 100 m ile 10 km arasında değişir.

Bu gerçekler bilinmesine rağmen uygun adımlar atılıyor mu?

Bölgenin bulunduğu jeolojik koşulları nedeniyle geçmişten günümüze hasar yapıcı depremler ürettiği bilinen gerçek…

Deprem önlenemez ama depremle baş edilebilir.

Hepimiz TÜRKİYE'nin içinde bulunduğu durumun farkındayız.

Yardım ve kurtarma örgütlemelerinin kolay olmadığını, her tarafa anında yetişmenin birçok nedenden dolayı zor olduğunu, felaketin çapının çok geniş olduğunu ve devlet olarak yetersiz kalmanın anlaşılır olduğunu kabul etmek durumunda kalıyoruz.

Zamanın çok hızlıca değerlenmesi arama, kurtarma çalışmalarında çok önemli olduğu için bu büyük depremde ortaya çıkan gecikmeler, eksiklikler çok dikkati çekti ve eleştirildi.

Çok değerli ilk saatlerde yaşanılan eksiklikler ve gecikmeler ne yazık ki büyük kayıplara neden oldu.

Bu tür afetler, depremler ortaya çıktığında ne yapmalıyız?

Devlet olarak, halk olarak nasıl davranmalıyız?

Genel ve temel eğitimlerde bu konuları ortaya koyabiliyor muyuz?

Bu duruma ilişkin çok söylenilecek eleştirilecek konular olacaktır ve önümüzdeki zaman diliminde Türkiye hep bunları konuşacaktır.

Bugün için önemli olan ilk anda insanların kurtarılmaları, depremzedelerin gereksinimleri, iyileştirilmeleri ve barınmalarının sağlanması olacaktır.

Afet ve felaket zamanında o toplumun tüm gerçekleri ortaya çıkmakta…

Acılar, üzüntüler, yokluklar, yolsuzluklar, yardımlaşmalar, dayanışmalar… kendisini açıkça gösteriyor.

Toplumun "hukuka" olan bağlılığı, saygısı ve ahlaksal durumu tüm açıklığı ile gözüküyor.

Hainlik yapanları, hırsızları, vurguncuları, çıkarcıları, partizanları, yalancıları.. ise tüm kargaşalara rağmen herkes izleyebilmekte ve görebilmekte..

Halk, insanlar, kurumlar, devlet, dernekler, esnaf, iş verenler, belediyeler… kesinlikle birlikte ve dayanışma içinde olmak zorunda olduğunda yaralar sarılabilmekte…

İnsanlar emniyet güçlerine, jandarmaya, silahlı kuvvetlere, Türk yargısına olan güvenini bir kez daha gösterdi.

Tüm ülkeden ve dünyadan gelen yardımlar ve dayanışmalarla, görevlilerle, gönüllülerle depremde büyük bir dayanışma gösteren herkese candan teşekkür ederiz.

Türkiye’de yaşanan depremlerden sonra uzmanlar yapılan gözlem ve araştırma sonuçlarına göre depremin hasar nedenlerini üç gruba ayırıyorlar:

• Projelendirmedeki hataları (yumuşak kat, yetersiz yanal rijitlik, kısa kolon, güçlü kiriş-zayıf kolon bağlantı türü, düşey ve yatay doğrultuda düzensizlik, vs.)

• Donatı işlenmesi ile ilgili hatalar (yetersiz sargılama, düğüm noktalarında yetersiz veya eksik donatı düzenlemeleri, yetersiz veya yanlış kenetlenme, vs.)

• Yapımdaki hataları (kötü işçilik, denetim yetersizliği, düşük malzeme dayanımı, eksik veya yanlış etriye bağlantıları, yanlış düzenlenmiş kolon filizleri, vs.)

Zeminle ilgili sorunlar da pek çok yapısal hasarın nedeni olabilmektedir.

Genelde yapılan yanlışlıkları şöyle de sıralamak olası:

- Gölleri, gölcükleri, bataklıkları kurutup üstüne yerleşme merkezleri açmak, hava alanı yapmak…

- Sebze bahçeleri, tarım alanı olarak kullanılan sulu arazileri kentsel alan olarak imara açmak.

- Dere yataklarına ve kıyılarına bilimsel kurallara rağmen inşaatlar yapmak.

- Deprem bölgeleri olarak bilinen, fay hatları üzerindeki bölgeleri tüm bilimsel uyarılara aykırı olarak yerleşme merkezleri olarak imara açmak, ve uyulması gereken inşaat önerilerini hiç dikkate almamak.

- Tüm bilinen bilimsel ve hukuksal verilere rağmen bazı belediyelerin inşaat izni ve ruhsat vermesi…

- Zemin ve temel araştırmalarının, planların ve inşaatların denetlemelerinin uzmanlarca yapılmaması ve bu işlerde dürüstçe davranmayan belediyeler…

- Bölgesel yerleşme ve imara, yapılaşmalara depremsel gerçeklere, zemin etütlerine dikkat etmeden izin veren bakanlıklar…

- Zaman, zaman tüm eksiklere rağmen milyonlarca binaya imar affını verenler…

- Her yönüyle ve her aşamada bilimsel gerçeklere ve verilere uymayan, hukuk dışı uygulamalara göz yumanlar…

Bugün olanlardan, yıkıma neden olan "tüm bu uygunsuzlukları dile getirmeyen" partiler, STK, DKÖ ve halk da ortak sorumluluk taşımıyorlar mı?

Çok yönlü bir "çıkar" ilişkisi içerisinde yapılan mantıksal ve bilimsel hatalar o gün topluca bir zarar neden olmasa bile büyük bir deprem olduğunda herkesi, tüm ülkeyi etkilemekte ve zarar vermektedir.

Ülkenin tüm gelirleri içerisinde, birikimsel olarak da bakıldığında akla, mantığa sığmayacak denli çok büyük maddi zararlar ortaya çıkmaktadır.

Yaşanan doğal veya insan eliyle oluşan felaketlerin ülke ekonomilerine verdikleri zarar da çok yüksek. 

Yetişkin insan kaybı, on binlerce insanın ölümü, yok olan kentler, iş yerleri, devlet ve belediye binaları, yerle bir olan bir ülke… bunların tümü tam bir felakettir ve de hiçbir mazeret kabul edilemez.

TÜRKİYE gerçeği tümüyle DEPREM gerçeğidir.

Ülke olarak bu felaketlerin acısını çok yaşadık.

Dünyada en çok felaketlerin yaşandığı ülkeler arasında Türkiye 4. sırada bulunmaktadır.

Felaketlerin yılda ortalama sayılarına bakıldığında ABD’nin ilk sırada olduğu görülüyor.

ABD’yi Meksika, Japonya ve Türkiye takip ediyor.

Deprem doğanın tüm bilen gerçeklerine rağmen insan tercihleri sonucunda bir felakete dönüşmektedir.

Deprem riski nedeniyle ortadaki sorunlu yapıların "kentsel dönüşümünün" ertelenemez bir gereksinim olduğu konusu çok açıktır.

Ancak, bu durum rant paylaşımına alet edilmemelidir.

Türkiye’de yürürlükte bulunan “Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkındaki Yönetmelik”e göre topraklarımızın %66’sı, nüfusumuzun %71’i, toplam belediyelerin %68’i (1900 adedi) 1. ve 2. derece deprem belgeleri içinde yer almaktadır.

3. ve 4. derece deprem bölgelerini de dikkate alındığında topraklarımızın yaklaşık %92’si deprem tehlikesi altında bulunmaktadır.

Bu bilgilere göre deprem, neden olduğu can ve mal kayıplarının fazlalığı sebebiyle "acilen" önlem alınması gereken "doğal afetler" sıralamasının en başında gelmektedir.

Kapsamlı ve etkin bir "yapı denetim sistemi"nin bir an önce uygulamaya sokulması gerekmektedir.

Uzmanların belirttiğine göre yapı denetiminde meslek odalarının sürece "daha etkin" katılımını sağlayacak yeni bir planlama, tasarım, üretim ve denetim sürecini kapsayan bir modele  gereksinim vardır.

Dünyada bu konuda örnek gösterilen Japonya arazi kullanım planlamasına odaklandı, yeniden inşa bölgeleri belirledi.

Sadece tüm binalar sarsıntılara dayanacak şekilde inşa edilmedi, bağımsız ve uzman "inşaat denetimi" de güçlendirildi. 

Japonya yasalarına göre, insanların yaşayacağı binaların projelendirilmesi ve depreme dayanıklılık hesaplamalarını sadece “kençikuşi” adı verilen uzmanlar yapıyor.

İnşaatın başlamasıyla birlikte bu sorumlu kişiler, hiçbir "müsamaha" göstermeden yapının "şartname" ve "standartlara" uygun yapılıp yapılmadığını bir "kutsal görev" olarak denetliyor.

Böyle olunca; deprem öldürmüyor ve binalar yıkılmıyor!

Ülkemizde de bilinçli ve aklı başında olan insanlar bu gerçekleri bugün çok daha iyi anlamakta ve kavramaktadır.

Yeniden, tüm baştan DEPREM GERÇEĞİNE göre yapılaşma ve kentleşmeye yönelmek gerekir.

Halk ve devlet, kurumlar, belediyeler… bu gerçeklere göre yeni bakış açısı ve uygulamalara yönelmelidir.

Türkiye ne yazık ki kendisine tarihsel olarak "çağdaş uygarlık yolunu" hedef olarak almış olsa bile bir türlü bu akılcıl ve bilimsel yolu seçememiştir.

21. yüzyılda sorunları çok daha geniş ve derinlemesine ilerleyen ve çağının gerisinde kalan TÜRKİYE için yeni bir bakış açısı, yeni bir zihniyet ve davranış biçimi gerekmektedir.

Halkın kendisine çok daha iyi sahip çıkabilmesi, ortak değerlere ve kamusal çıkarlara yönelik daha dürüst ve ahlaksal bir davranış geliştirmesi gerekmektedir.

Bazı kesimlerdeki umutsuzluk, "bu işler düzelmez", "bizden adam olmaz" türü düşünceler ise hem gereksiz hem de zararlıdır.

Umudun asla yitirilmemesi ve mücadele gücünün de aza indirilmemesi gerekmez mi?

TÜRKİYE hem çok önemli, hem de büyük bir ülkedir.

Türk devleti her zaman olduğu gibi güçlüdür ve halk olarak da inanmaktayız.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ilkelerine ve koşullarına, Gazi Mustafa Kemal'in önderliğine ve düşüncelerine, başarılarına baktığımızda görülecektir ki halkımız isterse ve çabalarsa ülkesi için yine en doğru olan yolu seçecektir.

"DEPREM"den DERS ÇIKARMALIYIZ.

Her türlü eğitim, öğretim aşamasında deprem ve yıkımlardan korunma, önlemler ve cezaları işlenmelidir ki bilinçli, akıllı kuşaklar yetişebilsin.

Yurttaşlık bilgisi, coğrafya, hukuk, fen bilgileri, teknik dersler… ülkenin gerçeklerine uygun olarak güncel ve işe yarayacak biçimde okullarda yer almalıdır.

Bir deprem olduğunda TV sohbetlerinde ve haberlerde bir milletin uyandırılması, bilinçlendirilmesi yeterli olamaz.

Önümüzdeki dönem için çok büyük sorular, sorumluluklar ve yapılacaklar vardır:

- Depremde yıkılan her bir yapının enkazlarının "kaldırılmadan" incelenmesi, raporların tutulması gerekmektedir.

- Hasarlı olup, oturulmayacak durumdaki yapılar ne olacaktır, onların molozları nasıl temizlenecektir, çevre sağlığına dikkat edilecek midir?

İnşaat ve imar konularında bilimin, tekniğin ve mühendisliğin, hukukun gereklerini uygulamamız kesinlikle gerekiyor.

Devlet, kamu olarak sorumlulukla ve büyük bir ciddiyetle, tarafsızlıkla, çağdaş yasalar çıkararak gerçekçi ve uygulanabilir önlemler almalıdır.

Kaçak ve eksik yapılar, sorumluları, göz yumanlar... kesin cezalar almalıdır.

Var olan kentleşmelerin yeniden ve çok acil olarak incelenmesi, değerlendirilmesi ve kaynaklarını sağlayarak tehlike oluşturanların bir an önce ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Yeni yerleşimler için çok sıkı incelemeler ve denetlemeler yapılmalıdır.

DEPREM gerçeğini tüm yurttaşların büyük bir ciddiyetle ve bilinçle takip etmesi ve çağdaş önlemler istemesi gerekir.

İLETİŞİM savaşta, afette, felakette, salgın hastalıklarda, zor günlerde insanların, kurumların… birbirine yardımcı olması için en önemli araçtır.

Her bir insana yardım etmek, yaşamda tutmak için en iyi iletişimin sağlanıyor olması çok büyük yararlılık sağlar.

Özellikle de yüksek teknolojinin gittikçe ilerlediği zamanımızda bu tür yeni ve hızlı olanakları kullanmak gerekir.

Koordinasyon / eş güdüm ve lojistik sağlanmasında da devletin ve kurumların bu olanakları çok iyi kullanabilmesi büyük kolaylıklar sağlar.

İnternet üzerinden tüm ülke için "arama, sorma, sorgulama, yardım, sunum, haberleşme, bilgilendirme" yapabilecek çağdaş "portallar" olmalıdır ki hem devlet, hem de kurumlar, dernekler… buraya girip çalışmaları koordinasyonları zamanında ve kolaylıkla yapabilsinler.

Acil yardım kuruluşları, arama, tarama ve kurtarma çalışmaları yapan her türlü sivil ve resmi kuruluş ortak bir çalışma ve dayanışma içinde olabilsin.

Ülkenin her yerinde yaygın ve örgün olarak bir "afet planlaması" ve "düzenli hazırlıkları" olabilmelidir ki yıllar içerisinde her an bir felakete karşı "hazır durumda" olan uzman kadrolar, ekipler ve ekipmanlar olabilsin.

Son yıllarda Türkiye tarım ve endüstriden kendini çekip, inşaata dayalı bir ekonomiye yönelmiştir.

Ülkenin her yerinde yoğun ve hızlı bir inşaatlaşma gözlenmiştir, betonlaşma ile yaygınlaşan yeni tür kentleşmelerin önü alınabilmelidir.

Kentlerin şu anki durumu, depreme dayanıksızlıklar yeniden incelenmeli ve olabildiğince hızla yeni ve deprem gerçeğine uygun yörelere yönelmeler planlanmalıdır.

RANT ekonomisinin bir an önce durması ve sağlıklı, kalıcı ve ileriye dönük ekonomik modellere geçilmelidir.

Çağdaş bir hukuk sisteminin geçerli olduğu uygar bir "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" istemini de gündemde tutmalıyız.

Yurttaşların tüm bu bakış açısına erişebilmesi ve haklı istemlerde bulunabilmesi için de sağlıklı ve yeterli beslenmeye, düzgün bir ulusal eğitime, sağlıklı ve inandırıcı sosyal güvencelere kavuşması gereklidir.

Bundan sonra daha büyük bir "ortak" akılla, "bilimden" yana, "hukuktan" yana davranarak, yanlışlıklardan ders alarak "yeniden" bir TÜRKİYE kuracağız.

TÜRKİYE'm sen her güzelliklere ve iyiliklere layıksın...

Sağlıklı, bilinçli, özgür düşünebilen, iyi eğitimli yurttaşların olduğu bir ülke özlemi ile en iyi dileklerimi iletiyorum.

Sağlıcakla kalın...

.    Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 12.02.2023    .

 

4 Şubat 2023 Cumartesi

TARAF OLMAK GEREKİR

 -  TARAF OLMAK GEREKİR

Doğada, toplumda var olan varlıkların kendilerine göre karşıtları da olabilmektedir.

İnsanlar doğumlarıyla birlikte hep karşıtlıklarla büyür.

İyi-kötü, güzel-çirkin, acı-tatlı, haklı-haksız, doğru-yanlış vb...

Yıllar içerisinde çevresinden ve aldığı eğitimden adil olmayı, bir yerlere, bir şeylere taraf olmayı öğrenir.

İnsanın kişiliği bu değerler bileşkesi içinde olgunlaşır, gelişir.

Yaşadığı toplumun bir bireyi olarak, bir yurttaş olarak yerini alır.

Toplumda, siyasette, ekonomide, üretimde… çeşitli taraflar, farklı katmanlar vardır.

Bazen de bir “taraf” olma durumu ile karşılaşırız.

Özellikle de çıkar ilişkileri üzerinden kendisini gösteren, belirleyen taraf olma durumu ile karşılaşırız.

Çok yaygın söyleme göre örneğin bazıları "emekten yana" taraf olduğunu belirtir.

Ya da "yoksuldan yana" olmak da bir tutum olarak kabul edilir.

Olayların gelişinden, toplumdaki dengelerden, ilişkilerden dolayı ise her bir bireyin kendi durumuna uygun bir yerde doğal bir "taraf" olması ise temel bir gerçektir.

-Sadece birinden yana olmamız gerekse, hangisini seçeriz?

-Neye taraf olmak gerekir?

-Kimden yana taraf olmak doğrudur?

Kimden yana, neden yana olduğumuz, tuttuğumuz taraf ve davranışlar bizim "gerçek çizgimizi" belirler mi?

Her tarafa taraf olunabilir mi?

Birilerinin gözü kapalı "taraftarı" olmak nasıl bir sonuç doğurur?

Örneğin, demokrasinin temel ilkelerini mi yoksa bir siyasi partinin uygulamasını mı seçeriz?

Taraf olmak gerektiğinde çok ”iyi düşünmek”, “adil olmak” gerekir.

"Bilgi sahibi olmak" taraf olabilmenin, bir tarafı seçmenin en önemli koşuludur.

Bir konuda yeterli bilgilerimiz yok ise, konuyu, kişileri çok iyi araştıramamış isek, nasıl bir karara varabiliriz ki…

Özellikle de gelişmekte olan toplumlarda temel eğitim, evrensel değerler… yeterince verilemediği için yurttaşların bilgi ve bilinç düzeyi oldukça düşüktür.

Bazen de kaçamak bir yanıt olarak "ben tarafsızım" da denilir.

Bu söylem aslında birilerinin dikkatini çekmemek için kullanılsa bile aslında "var olan belirli, adı geçen partilerden değilim" anlamını da taşır.

Tarafsız olmak çoğu zaman iyi bir durum gibi kabul görür.

Fazla bir eleştiri almadan durumu idare etmek için “tarafsızım” denilir.

Bazı durumlarda ise “taraftar” tanımı kullanılır.

Örneğin futbol takımlarını tutan insan o takımın bir taraftarı olmuştur.

Ya da bir siyasi partinin taraftarı olanlar da vardır.

Taraftarlık bir yan tutmaktır, birilerinin yanında, onları kabul ederek desteklemektir.

Gözü kapalı bir taraftarlık ise ortada “adalet yoksa” hoş değildir, sağlıklı değildir.

Aslında insanın “iyi”, “doğru” “güzel”, “sağlıklı” ve "adil" olanın yanında olması gerekir.

Yani "doğru"nun tarafında olmak gerekir.

İyi ile kötü, suçlu ile suçsuz, acı ile tatlı, soğukla sıcak ayrımı yapılır.

İyiden yana olmak, kötünün karşısında olmak gerekir.

Dostla düşman ayrımı yapılır.

Eğer bir ayrım yapılmazsa, kim iyi, kim kötü bilinmez.
Bir kimseyi tarafsız davranmaya "zorlamak" ise doğru değildir.

Her işte tarafsız olmak ise çok “kaypak” bir davranıştır ve yanlıştır.

Anne ve baba olarak da görevimiz çocuğun gelişiminde doğru ve iyi olandan yana taraf olmaktır.

Çocuğumuza hoş görünmek, onun sevgisini kendimizden yana çekmek için yapılan bazı davranışlar uzun vadede çocuğun kişiliğinde zarara yol açar.

Bir yurttaş olarak da yine "ülkenin" çıkarlarından, adaletten, hukuktan yana taraf olmak gerekir.

Eğer, iki taraf arasından birisi için bir seçim yapılacaksa adil olan, hukuktan yana, "ülkenin genel çıkarından" yana olan taraf seçilmelidir.

Kişiler arasındaki anlaşmazlıklar olduğunda mahkemelere karar vermesi için baş vurulur.

Yargıda “taraf” kavramı çok konuşulur.

Çünkü her dava “taraf sistemi” üzerine kurulmuştur:

Davalı taraf, davacı taraf...

Bu durumda da her iki tarafı iyi dinlemek, araştırmak gerekir.

Mahkemelerde görev yapan yargıçların "bağımsız ve özgür, hukuktan yana" taraf olması gerekir.

İnsanlar yaşam içerisinde bazen ilkelerden yana ya da "kişisel çıkarlardan" yana ya da içinde bulunduğu kitleden yana bir seçim yapma durumunda, bir yere taraf olma durumunda kalabilir.

Bildiği, inandığı, kabul ettiği temel değerler ve ilkeler ile kayıtlı olduğu bir "siyasi partinin" uygulamaları bazen çatışabilir.

Ya o partinden yana olman gerekir ya da temel değerlerden yana olup onların uygulamasına katılmamak gerekir.

İşte bu da bir “doğrudan yana” taraf olmaktır; iyi bir seçimdir.

Bitaraf olmak ise “zayıf” bir kişiliğin bir göstergesi olabilir.

Öte taraftan ne yazık ki toplumların üzerinde uygulanan çok geniş ve etkili algı operasyonları, propagandalar ile kitleler belli kesimlerin çıkarına olmak üzere yönlendirilmektedir.

Bazı konular ise çok yaygın olarak kitleleri etkilemekte ve yönlendirmede kullanılmaktadır.

En başta din ve inanç alanında kitleler etkilenmekte ve mezhep, tarikat modelleri ile çağdaş uygarlık yolundan çok geride kalan çizgilere çekilmektedir.

Evrensel hukuk ve çağdaş demokrasiden yana yönetimlerin olduğu ülkelerde birçok konu açık ve güvenceler altına alınmış olduğu için bireyler çok daha güvenli ve özgürce yaşayabilirler, çok daha bilinçli karar verebilirler.

Biz, ne olursa olsun yine her zaman ve her durumda haklılıktan, doğrudan ve iyiden yana, "kamu menfaatlerinden" yana taraf olalım.

Tavırlarımızı, yetki ve sorumluluklarımızı, seçimi bu yönde kullanalım.

Yanlış ve haksız bir yere kullanılan taraf olma durumu vicdanımızı yaralar.

Hele çok sık yapılan böylesi yanlışlar bizim “kişiliğimize” zarar verir, iç dünyamızı, huzurlu bir insan olabilmemizi zorlaştırır.

Yoksulluğa, yolsuzluklara, hukuksuzluğa, kayırmalara, rüşvete karşı durmak ve bir hukuk devletinden yana, ülkenin temel çıkarlarından yana tavır almak son yılların en önemli yurttaşlık görevidir.

İşte bu ortak hedefler için çeşitli kesimlerin durumun ciddiyetini kavrayıp, ortak hedefe doğru yönelmesi gerekir.

Hepimize adil ve doğru seçimler dilerim.

.  Günleriniz zor kararlarla geçmesin, mutluluk ve huzur bizleri bulsun.

.  Çağdaş uygarlık yolunda ilerleyen bir ülkenin mutlu ve huzurlu bireyleri olabilelim.

.  Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 05.02.2023, MŞ.