- ÇAĞDAŞ TOPLUM VE HUKUK .
Toplumlar
ancak "kendi içinde" var olan gerçek "kültür" ve gerçek "değerleri"
ne ise onun ile karşılaşır.
Toplumdaki
insanlar da çok çeşitlidir; genetik farklılıkları, bireysel özellikleri,
aldıkları kültür ve değer yargıları, yaşadıkları bölgeler, mahalleler… çok
farklılıklar gösterir.
İnsanın
yüz binlerce yıldır gelen doğasının getirdiği "hayvansal" yönlerin
ise “toplumsal terbiye, eğitim ve ahlak” ile iyiye yönlendirilmesi, ne kendine,
ne de bir başka varlığa zarar vermeyecek bir duruma getirilmesi gerekir.
Toplumun
düzenine ve diğer insanlara-varlıklara zarar vermeye başlayan bir insan için
toplumlar-devletler kendilerince kurallar ve sınırlamalar, yasalar
getirmişlerdir.
Her
çağ ve her yöre, her toplum farklılıklar gösterse bile günümüzün “EVRENSEL
DEĞERLERİ” içerisinde “ÇAĞDAŞ HUKUK” devleti en iyi ve en geçerli yöntemleri,
yasaları bulmak, kabul etmek ve uygulamak zorundadır.
Tek,
tek de olsa kötü ve zararlı örneklerin de yine ayni çerçevede ele alınıp,
değerlendirilip, yargılanması gerekir.
“Benim”
olan hoş görülsün" diye bir şey olamaz.
Ya da
“istisnalar” diyerek ortaya çıkmış olan çirkin tablolar yumuşatmaya
çalışılamaz.
Suç
ve suçlu varsa, bunu belirleyen, tanımlayan, yargılayan ve karara bağlayan
mahkemeler her şeyin üzerinde olmalıdır.
Günümüzde
varılması gereken hedef gerçekten de çağdaş uygarlık düzeyine erişebilmektir.
Çağdaş
uygarlık düzeyinin ölçütleri ve olması gereken özellikleri, değerleri ise çok
açıktır ve bellidir.
Devleti,
yönetim modelini, devletin erklerini, gücünü, demokratik kurallarını belirleyen
ve biçimlendiren ise HUKUK'tur.
Hukuk
evrenseldir ve "partiler üstü"dür.
Herkes
yasalar önünde eşittir ve eşit muamele görmelidir, adil yargılanmalıdır.
ÇAĞDAŞ
bir hukuk devleti ve toplum olmak için her şeyden önce “bu” düşünce ve uygulama
biçimi gerekir.
Yaşamak
için her zaman ekmek ve su bulunabilir belki de…
Ama
“adil” bir toplum ve vicdanı “hür” bir yargılama sistemi olmadan hiç bir birey
“ben çok rahat yaşıyorum, başkasından bana ne” dememelidir.
Hiç
bir çağdaş devlet biçiminde hiç bir grup, kitle, parti ya da meslek, mezhep…
bir diğerinden üstün tutulamaz ve farklı bir davranışla kendilerine
ayrıcalıklar yapılamaz.
Bizim
asıl bakmamız gereken pencere “bu” olmalıdır:
İnsanlığın
bugün ulaştığı “evrensel değerler” ve “demokratik, çoğulcul, "güçler
ayrımı" ilkesine bağlı bir "özgürlükçü parlamenter devlet yapısı”
olmalıdır.
Bu
ilkelerin herkes için, her bir birey ve anayasal güvence ile kurulmuş dernek,
kuruluş ve siyasi partiler için "de" kabul görülmesi gerekir.
Bu da
yetmez tabii ki tüm bu özelliklerin "yaşatılması" ve "garanti
altına" alınması için çaba gösterilmesi gerekir.
Yaşamanın,
insan olmanın "asıl anlamı" da bu değil midir?
İNSAN
ONURU her şeyin üzerinde tutulmalı ve korunmalıdır.
Şu
son 5 bin yıllık insanlık tarihi ile görüyoruz ki “tek tanrılı dinler” de
temelde hep “insan” denilen varlığın iyiye ve huzura gitmesi için birer “yol
gösterici” olmuştur.
Bu
dinlerin ilk verdikleri “temel mesajlar” ve “öğretiler” zamanla çok yönlü
olarak farklı alanlarda ele alınmış ve çok dağınık yapılanmalara bürünmüş
olsalar bile, yine de bu örnekle görüyoruz ki insanın diğer insanları
“sömürmek” istemesi, “kendilerine ayrıcalıklar tanıyacak rejimler” kurmak
istemeleri hiç durmaksızın artmıştır.
Son
din ve son gönderilmiş kitap Kur’an yine yerinde durmaktadır.
İsteyen
bundan, bu yol göstericilikten "doğrudan doğruya" yararlanır, dersler
çıkarır.
Ne
yazık ki bugün gelinen noktada dünyanın her yerinde çok ama çok sayıda gruplar
yeni, yeni yapılanmalar (mezhepler, tarikatlar) ortalıktadırlar ve birçok
alanda egemendirler.
Ve de
bunlar “kendilerince” geliştirdikleri bir dünya ve toplum sistemini uygulamak,
diğer insanlara da uygulatmak istemektedirler.
Bu istek
ise yer, yer zamanla şiddete ve teröre kadar artmaktadır.
Çok
kısaca şunu söyleyebiliriz:
Toplumun
içinde kendi aralarında ve de bir toplumun çeşitli “kesimlerinde” çok, çok
“farklı kültür grupları” oluşmuştur.
Kültürlerin
kendileri arasında devam eden çekişmeleri ve üretimden, siyasal erkten daha çok
pay almak istemeleri, iktidarda daha çok söz sahibi olmak istemeleri her zaman
görülmüştür.
Bu
çıkar çekişmeleri ve egemen olma çabaları dünyanın her yöresinde var olmuştur.
Bu
gerekli ya da gereksiz çatışmaların bazen da savaşların, olmamasının ise
aslında tek formülü "evrensel-çağdaş" yöntem ve kurallara sahip çıkabilmektir,
onları, hukukun üstünlüğünü uygulamaktır.
Güç
odakları, global güçler ise yine “kendilerince haklı” gördükleri talepleri
doğrultusunda birçok ülkenin çağdaş değerlerle yönetilen devletler olabilmesine
izin vermemektedirler.
Bu da
global güçlerin kendi çıkarları için olan düşüncesi ve yöntemidir.
Tüm
bunlara rağmen, yine de bizim gibi insanlara, sıradan bireylere düşen tek çözüm
yolu “evrensel-çağdaş” bir yolu istemek hukukun üstünlüğüne dayanan, demokratik
bir hukuk devleti için ve o yolda yürümektir.
Yoksa,
boş ve gereksiz, tabansız tartışmalar ile enerjisini ve sağ duyusunu yitiren
toplumların oluşmasına katkıda bulunuruz ve de toplumun büyük bir çoğunluğu hep
adaletsizliklerle karşılaşır.
Bizler
her zaman tüm bunlara rağmen yine de "doğru yolu" seçmeliyiz.
Günümüzde,
çağdaş bir devlet olabilmenin başlıca koşulu, demokrasi ilkesini o devlette tam
olarak uygulayabilmekten geçer.
Demokratik
bir devletin temel unsuru HUKUK DEVLETİ olmak ve HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ sadece
teorik değil, pratikte de özümseyerek uygulamaktır.
YARGININ
bağımsızlığı ve tarafsızlığı HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ yasamanın ve YÜRÜTMENİN de
bağımsızlığı anlamına gelir.
Hukukun
üstünlüğüne, herkes eşit olarak uymak zorundadır; demokrasinin olmazsa olmazı
olan bu üstünlük, bireysel özgürlüklerin ve yurttaş olabilme yeterliliğinin temel
koşuludur
Hukukun
üstün olduğu çağdaş ülkelerde, tutukluluk ve hükümlülük ayrımları nettir ve birey
"hüküm olmadan" aylarca içeride tutulamaz.
Hiç
kimseye ya da aileye, para, mevkî ya da güç ayrımı olamaz ve ayrıca bir çıkar
elde etmesine izin veremez.
Kişilere
görüşlerine, ırklarına, inançlarına, yaşam biçimlerine ve
kimliklerine göre ayrım yapmaz.
Devlet,
yurttaşlar karşısında tamamen tarafsız davranmak zorundadır.
Temel
hak ve özgürlüklerin korunmasında sadece, iç hukuk normları değil, uluslararası
sözleşmelerle oluşan hukuk da önemlidir ve uyulması zorunludur.
Ulusal
düzeyde ANAYASAYA, uluslararası boyutta kimi sözleşmelere uyulması ve
bunlara uygunluğun yargı yoluyla sağlanması, temel hak ve özgürlüklerin ve
azınlığın çoğunluk karşısında korunması, günümüz HUKUK DEVLETİNİN ve HUKUKUN
ÜSTÜNLÜĞÜ ilkesinin belirleyici özelliğidir.
"Hukuk
Devleti"nin en önemli unsurlarından biri de, toplumda, devlet yönetiminin "hukuk"a
bağlı olduğu inancının yerleşmiş olmasıdır; halk devlete ve adaletine
güvenebilmelidir.
Çağımızın
dünyasında ne yazık ki ülkelerin, devletlerin, toplumların gelişmişlik
düzeyleri hiç de istenilen durumda değildir.
Gelir
dağılımları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü, iktidarın durumu, üretim
modelleri, eğitimde eşitlik, insan hakları… gibi temel konularda çok gerilerde
kalan ülkeler vardır.
Türkiye
ise tüm bu bakış açılarına göre ne yazık ki tarihinin en sorunlu olduğu çok zor
bir döneme girmiştir.
Bunun
en temel ve ana sorunu ise demokratik bir hukuk devleti olamamasından
kaynaklanmaktadır.
Umut
ve bilgi dolu, emek dolu, akıl ve bilinç ile yönlendirilmiş günlerimiz ancak gelişmiş
bir çağdaş toplum olmamızı sağlayacaktır.
. Saygılarımla...
. Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 26.02.2023, MŞ.