25 Kasım 2022 Cuma

ŞİDDETİN NEDENLERİ

 -    ŞİDDETİN NEDENLERİ -

-    Kadına yönelik şiddetin nedenleri -

.       TOPLUMSAL NEDENLERİ

1.     Hızlı toplumsal değişimler

2.    Ekonomik dengesizlikler, eşitsizlikler

3.    Toplumsalda cinsiyet eşitsizliği

4.   Eşitsizlikleri körükleyen devlet politikaları

5.    Yoksulluk

6.    Ekonomik güvence yetersizliği

7.    Yasaların uygulanmasındaki yetersizlikler

8.    Şiddete  yol açabilen kültürel miras

9.    Ateşli silahlara erişimin kolay olması

10.  Çatışma ortamında yetersiz destek.

11.   Kurumsal politikalardaki yetersizlik

12.  Mağdurlara yönelik hizmetlerin yetersizliği

13.  Ön görü olduğunda kadına yönelik sosyal ve psikolojik destek yetersizliği

14.  Sorunların çözümünde bilgi, deneyim ve kültürel eksiklikler

15.  Basın, yayın ve medya, sinema, TV yayınlarında gösterilen "şiddet" haberleri ve görsellerinin beyindeki etkileri

.     YAŞANILAN BÖLGENİN YAPISI:

1.     Yoksulluk, parasızlık…

2.    Yüksek suç işleme oranları

3.    Yüksek düzeyde yerleşim yeri değişiklikleri

4.   Yüksek işsizlik oranı

5.    Yasa dışı madde ticareti

6.    Yasa dışı madde bağımlılığı

7.    Yerel etkenler

.     AİLE VE İLİŞKİLER

1.     Anne - babalık ilişkilerindeki yetersizlik ve beceriksizlikler

2.    Evlilikte eşler arsası uyumsuzluk

3.    Anne- babayla karşı çatışmaların şiddetlenmesi

4.   Hane halkının sosyo-ekonomik düzeyinin düşük olması

5.    Şiddete bulaşmış arkadaşların varlığı

6.    Barınma ve beslenme ve yaşama koşullarının yetersizliği

7.    Çocukluktan kalan olumsuz deneyimler, yaşanmışlıklar

.     BİREYSEL DÜZEYDE

1.     Çocuklukta ihmal ya da istismara maruz kalmak

2.    Psikolojik, ruhsal kişisel ve denge bozuklukları

3.    Ciddi ruhsal hastalıklar

4.   Alkol kullanımı ve bağımlılığı

5.    Madde kullanımı ve bağımlılığı

6.    Kendini sağlıklı yöntemlerle ifade edememe…

7.    Şiddete eğilim

8.    Sosyal ilişkilerde olumsuz deneyimler ve yetersizlik duygusu

9.    Aileden, kökenden gelen karşı tarafa karşı küçümseme ve baskılama mirası

.    ŞİDDET VE NEDENLERİ KONUSUNDA ÖNLEMLER:

1.     Normal ailelerde bu konuda birlikte konuşabilmek, yararlanılacak kaynakları araştırmak.

2.    Eş, dost, arkadaş, akraba sohbetlerinde şiddet konusu üzerinde görüşmek.

3.    Şiddet konusunda verilen seminerlere, bilgilendirme toplantılarına katılmak

4.   Kadın ve erkek olarak bir ayrım yapmadan şiddete karşı fikir birliği oluşturmak.

5.    Örgün eğitimde, okullarda bu konuda öğrencilerin yaş durumlarına uygun eğitim ve öğretimler vermek.

6.    Halkla ilişkileri birebir olan meslek dallarında şiddet konusu üzerinde hizmet içi seminerler düzenlemek.

7.    Yasalarda caydırıcı ve uygulanabilir maddelerin sağlanması

8.    Devlet güçlerinin şiddet olaylarında çok daha ciddi ve güvenilir davranması.

-     BİR KADIN ŞİDDETE Mİ UĞRUYOR?

-     BİR KADININ ŞİDDETE UĞRADIĞINA TANIK MI OLDUNUZ?

.    Yardım et ve ŞİDDETE DUR DE!

- Alo Polis 155

- Alo Jandarma 156

- Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Acil Hattı Alo 183

.     Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 25.11.2022, MŞ.

======================================================

.   Okuma ve araştırma, inceleme, bilgi edinme alanlarında alışkanlıkları olanların bu konu üzerinde kendilerini geliştirmeleri ve bir sağlam temel edinmeleri gerekir.

.   Sağlam bir bilgi ve bilinç düzeyi olmaksızın "yalnızca" duygusal yaklaşımlarla ŞİDDETE HAYIR demenin çok büyük bir yararı olmayacağını da düşünmeliyiz.

========================================================


20 Kasım 2022 Pazar

AHLAKI YÜKSEK ÇOCUKLARIMIZ OLMALIDIR

 .  Ahlakı Yüksek Çocuklarımız Olmalıdır

Dürüstlük, adalet, sevgi, saygı, doğruluk, hoşgörü, güçsüze ve yoksula yardım edebilmek, vicdan ve acıma duygusu... gibi insancıl değerler toplumsal huzur ve düzenin sağlanmasını sağlar.

Bu değerler "iyi ahlakı" oluşturur edep, terbiye diye kısaca adlandırdığımız bir oluşum oluşur.

İyi ahlak kuralları, ahlak değerleri insanlık tarihinde, insanlığın gelişiminde binlerce yıldır hep önem kazanmıştır ve istenmiştir, aranmıştır.

İyi ve erdemli bir insan iyidir ve bu özelliklere sahip olandır.

Toplumun ve ailenin birincil görevi aslında çocuklarına bu değerleri kazandırmaktır, devlet de her türlü olanakları sağlamak ve üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmek zorundadır.

Aile içerisinde ise "çocuk yetiştirmede" en önemli ilke bu kurallara uyabilmek ve tüm bunların çocuğa zamanında ve doğru olarak öğretilmesi olmalıdır.

Toplumun ve devletin birincil görevi iyi bir bireyi hedeflemek olmalıdır.

İyi bir birey, iyi bir yurttaş da ancak "evrensel ahlak" değerlerine sahip insanlardan oluşabilir.

Toplumda var olan her kurumda, ailede, okulda, iş yerinde, üretimde ve de tüketimde toplumu yüksek ve kalkınabilen bir toplum yapacak olan ana güç de yine iyi ahlaklı insanlardan oluşması ile olacaktır.

Devletin her bir kurumunda, toplumun her alanında iyi ahlaklı insanlar var olmalıdır.

Kalkınmamız, bir refah toplumu olmamız için bu en önemli bir koşuldur.

Ailede verilecek olan değerler eğitimi, ahlakın kazandırılmasıdır.

Çocuklarımız bunu doğumlarıyla birlikte adım, adım tüm yaşamında kazanmalıdır.

Çocuklarımız her şeyden önce "iyi ahlaklı" olmayı istemelidirler ve de bunu yaşamın bir temeli olduğunu kavramalıdırlar.

Böylelikle de insanlar arasındaki iletişim, doğaya karşı yükümlülüklerimiz, toplumdaki sorumluluklarımız, yurttaş olarak görevlerimiz en sağlıklı biçimiyle yerine getirilecektir.

Kendi kendilerine oluşturacakları bir davranış ve istemler mekanizması ile çocuklarımız yaşamlarının her döneminde bunu geliştirecekler ve de bu değerlerden yararlanacaklardır.

Bunun en büyük zenginlik ve de mutluluk hazinesi olduğunu kavrayıp yaşamında bunları uygulayabilen çocuklarımız olmalıdır.

En büyük varlığımız ve de eserimiz iyi ahlak kazanmış çocuklarımız olmalıdır.

Anne ve baba olmak, gerçek bir öğretmen olmak, iyi bir yurttaş olmak da bunu gerektirir.

Bir toplumda iyi ahlak değerleri yok edilmek istenilebilir, tek tek yitirtilip, yerlerine bambaşka "çok da yararı olmayan" şeyler konulabilir.

Olması gerekenin tam tersine uygulamalar her yerde bir hakimiyet kazanmağa başlayabilir.

Yalan, sahtekarlık, kin, öfke ve adaletsizlik, gösteriş, hilekarlık, iftira, tembellik, kayıtsızlık, acımasızlık, zayıfı ezmek... her yerde görülmeğe ve güçlülerin elinde birer enstrüman olmağa başlamış olabilir.

Böyle bir toplum önce bir duraklama, sonrada gerileme dönemine girer.

Eğer tüm bu olanlara rağmen toplumu oluşturan bireylerin içindeki "iyi ahlaklı olanlar" da kendilerini iyice geriye çeker ve de dibe çökerler ise toplum da çöker ve yok olur.

Teknikte, bilimde, sanatta ve çağdaşlıkta olması gereken ilerlemeler, insanlığın yaşamlarında daha refah ve de mutlu yaşamasına hizmet edebilmelidir.

Uygarlıkta ilerleme ve evrensel gelişim ancak böyledir.

Gelişmiş bir toplum, ileri bir devlet olabilmemiz için böyle bir "kalkınma sistemi" kurulmuş olmalıdır.

Bunların oluşumun paralelinde de yine ayni hedefler için sosyal haklar, insancıl değerler de kazanılmalıdır.

Bunun için de yine her birinin içerisinde var olması gereken "ana ham madde" ise "iyi ahlak" değerleridir.

Her bir bilim insanına, her bir politikacıya, her bir iş insanına, her bir üreticiye bunlar olmalıdır ki çok başarılı ve de mutlu olabilsinler.

Özgüvenli ve güçlü olarak, bilinçle görevlerini yapabilsinler.

Her bir sağlıklı canlının temel varlığının onun sağlıklı "hücre yapısından" oluşabileceği gibi, toplumumuzun bireylerinin de bir "hücre" örneğinde olduğu gibi sağlıklı (iyi ahlaklı) olması gerekir.

Ancak bu yapılanma ile hem daha uygar (medeni) hem de sağlıklı ve başarılı olabiliriz.

Bu hücremizin oluşundaki en önemli element de çocuklarımız olacaktır.

Ahlakı yüksek çocuklarımız olmalıdır ve bunu da kanı, canı gibi özümseyip, koruyan, besleyen çocuklarımız olmalıdır.

Karakter özellikleri iyi ve yararlı, doğruluktan ve adaletten yana çocuklarımız olmalıdır. Onlara yanlış yöntemlerle sevgi göstererek, onları denetimsiz ve şımarık bir biçimde yetiştirmemeliyiz.

Bizim çocuklarımız "böyle" olmalıdır.

Evet, tüm bu söylediklerimizden sonra günümüz gerçeklerine, bugünün dünyasına dönecek olur isek, ne yazık ki ortada görülenlerin böyle olmadığını söyleyeceğiz.

İdeal bir toplumu oluşturmak hiç de kolay değildir.

Peki, ahlaksal çöküntünün hızla ilerlediği ve örnek olması gerekenlerin bile ilkesiz, düzeysiz, kuralsız davranabildiğine şahit olabiliyoruz.

Herkes huzursuz ve mutsuz, güvenlik duygusundan yoksun bir yaşamı kimse istemez ve böyle bir ortamda ise sağlıklı çocuklar yetiştirmek de istemez.

Karamsarlığa ve umutsuzluğa kapılmak ise hiçbirimize bir yarar sağlamaz.

Her koşulda yine de her birimiz, bulunduğumuz her yerde hem kendimizi, hem de çocuklarımızı, ruhsal ve ahlaksal değerlerimizi korumak, kollamak durumundayız.

Özellikle de kuruluş döneminin temel ilkelerinden, Atatürk'ün çağdaş uygarlık hedeflerinden ve kendimize olan özgüvenimizden vazgeçmemeliyiz.

Öte yandan tüm dünyada çocuk hakları ile ilgili olumsuzlukların, haksızlıkların varlığı hepimizi rahatsız etmektedir.

Bu konuda daha çok bilgilenmek ve duyarlılık taşımak gerekir:

UNICEF Türkiye Temsilciliği tarafından hazırlanmış olan ÇOCUK HAKLARINA DAİR SÖZLEŞME'yi açıp bir okumamız çok yararlı olacaktır. (https://www.unicefturk.org/public/uploads/files/UNICEF_CocukHaklarinaDairSozlesme.pdf)

Sağlıklı, mutlu ve yüksek değerlere sahip çocuklar yetiştirebilen ailelere ve o topluma ne mutlu!

Bu yolda emek ve çaba harcayanlara, umutlarını, özlemlerini yitirmeyenlere selam olsun.

.  Sizlere sevgimi ve saygımı en iyi dileklerimle sunuyorum.

.     Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 20.11.2022

*********************************************************************************


 

14 Kasım 2022 Pazartesi

10 KASIM

-  10 KASIM

·       Her yıl 10 Kasım geldiğinde anma etkinlikleri düzenleniyor.

·       1938 yılı 10 Kasım günü saat 9'u 5 geçe aramızdan ayrılan Atatürk o gün çeşitli etkinliklerle anılıyor.

·       Ülkenin her yerinde insanlar toplantılara,  etkinliklere katılıyor, ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e olan sevgilerini ve saygılarını, şükranlarını dile getiriyorlar.

·       Atatürk’ün sonsuzluğa ulaştığı gün olan 10 Kasım'ın yıl dönümünde günün anlam ve önemine uygun paylaşımlar yapılıyor. 

·       Yalnızca Türkiye değil tüm dünya ülkelerinde birçok yerde Türkler Atatürk'e olan duygularını belirtmek ve onu yeniden anmak için törenler, toplantılar düzenliyor.

·       Özellikle son yıllarda çok daha büyük bir önem ve değer kazanan büyük önder ATATÜRK ve onun düşünceleri, fikirleri ve hedefleri Türkiye ve halkı için yeniden bir diriliş için gündemde en önde yer almalıdır.

·       10 Kasım 1938’de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, çok sevdiği ülkesine ve yaşama veda etti.

·       Ülkenin ve halkının kalkınmasına, çağdaş uygarlık düzeyine erişme istek ve çabalarına verdiği değer ve gösterdiği her bir hareket, her bir girişim Türk halkında olduğu gibi diğer kalkınmakta olan tüm ülke halklarında da çok önemli yer edinmiştir.

·       Dünya tarihinde yer almış olan ülkelerin liderlerinin içinde en çok takdiri, saygıyı ve imrenilmeyi Atatürk'e gösterdiklerini ve onun hakkında birçok araştırma, tanıtma yazıları yapıldığını da biliyoruz.

·       Çok yönlü ve çok yetenekleri olan, ileri görüşü ve cesareti, öz güveni, önder kişiliği ve bili ve bilinci ile ATATÜRK'ü Türk halkı gerçekten çok daha fazla ve derinlemesine incelemeli, onun fikir ve görüşlerini içselleştirmelidir.

·       İçinde bulunulan bu çok sıkıntılı dönemden geçerken bizler için ülkenin varlığının ve dirliğinin tek kurtuluş yolunun ATATÜRK yolu olduğunu çok iyi kavramalı ve başka tuzaklara düşmemeliyiz.

·       Eğer biz ATATÜRK'e sevgi, saygı ve şükranlarımızı göstermek istiyor isek yapmamız gereken ön önemli davranış onun devrimlerini, düşüncelerini, fikirlerini ve hedeflerini araştırmak ve incelemek, öğrenmek olacaktır.

·       Bu yöntem ve duruş ile ülkemizin çağdaş uygarlık düzeyine yükselebilmesini sağlar ve bir gelişmiş refah toplumu olabiliriz.

·       Bunun dışındaki her türlü ideoloji, tutum ve yönlendirmeler, projeler… ise TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ için yarar sağlamaz ve ancak zarar getirir.

·       Bu anlamda bu anama gününde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e olan saygımı, sevgimi ve takdirlerimi en derin inanç ve bilincimle vurguluyorum.

·       En büyük dileğim ve bence en önemli devrimci duruşum, ulus devlet inancım ve okuryazar tutumum ile insan olmanın verdiği sorumluluğu da taşımak üzere eğer "emperyalizme ve onun her türlü oyunlarına ve tuzaklarına, kullandığı kişi ve kurumlara karşı direnmek istiyor isek" TEK YOL" olarak ATATÜRK'ü İZLEMEKTİR, diyorum.

.    Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 09.11.2022, MŞ.

 ********************************************************************************

.      Çağdaş uygarlık düzeyine erişmek için gösterdiği tüm çabalar, hedefleri, düşünce ve fikirleri, devrimleri, bizim için en önemli yol göstericidir ve geleceğimizin de tek garantisi olacaktır.

 

TERÖR KURBANLARI

 - TERÖR KURBANLARI, ŞEHİTLERİMİZ

. Türkiye Cumhuriyeti Güçlü ve Köklü Bir Devlettir.

. Türk askeri Türk halkının bir parçasıdır.

. Türk polisi Türk halkının bir parçasıdır.

. Ne olursa olsun, nerede olursa olsun Türk askeri ve polisi onuru ile sağlığı ile Türk halkı ve Türkiye için görev yapmaktadır.

. Türk askerinin haklarının korunması, canlarının savunulması ve onların onurlarını koruyarak görevlerini yapabilmelerinin sağlanması da Türk Devleti'nin görevidir.

. Nerede olursa olsun Türk askeri zorda, darda kalırsa Türk devleti elindeki her türlü olanağı kullanarak onlara yardım etmelidir ve sorunları acilen çözmelidir.

. Görevi başında yitirilen, şehit edilen her bir yurttaşımız için, asker için Türk halkı büyük üzüntü duymaktadır.

. Şehitlerimiz için Allah'tan rahmet diliyoruz.

. Ailesine, yakınlarına ve Türk halkına "baş sağlığı ve sabırlar" dilerim.

. Türk halkı bu konuda çok hassastır.

. TERÖRE KARŞI MÜCADELE konusunda bir kesin bir kararlılık ve "uluslararası işbirliğine" gereksinim vardır.

. TERÖRE KARŞI MÜCADELE için gündelik haberlere, gazetelere ve sokağa dönük konuşmalara, kargaşalara hiç gerek de yoktur.

. TÜRK DEVLETİ istihbaratı ile ordusu ve kolluk gücü ile çok daha güçlü bir TERÖRE KARŞI MÜCADELE uygulamasına girecektir.

. TERÖR bir insanlık suçu olarak görülmelidir.

. TERÖRÜ destekleyen güçler, kuruluşlar, kişiler saptanmalı ve açıkça hem ülkede, hem de dünyada duyurulmalıdır.

.   Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2021.02.14, MŞ.

*******************************************************************************

 . TERÖR'ün ne olduğunu, ortada görünen nedenlerini, teröre destek veren güçleri, terörün var eden arka plandaki nedenini, terörler mücadele yöntemlerini ve temel ilkelerini... çok uzun yıllardır dünya genelinde gören inceleyen birçok kurum, kuruluş ve uzman, yazar olmuştur.

. Bu konuda herkesin ulaşabileceği birçok kitap ve makale de yazılmıştır.

. Sadece gazete haberleri ile, sosyal medya paylaşımları ile TERÖR konusunda sağlıklı ve temel, doğru bilgiler elde edilemez. İncelemek, araştırmak, okumak gerekir.

. 13.11.2022:  6 kişinin hayatını kaybettiği, 81 kişinin ise yaralandığı Türkiye'yi yasa boğan Taksim saldırısı nedeni ile halk çok etkilendi ve üzüldü, teröre lanet okudu....

.  Yakalanan şüphelinin Suriye uyruklu Ahlam ALBASHIR (23) olduğu, Türkiye'ye Afrin üzerinden giriş yaptığı açıklandı.

***********************************************************************


12 Kasım 2022 Cumartesi

ÇAĞDAŞ UYGARLIK DÜZEYİNE ULAŞMAMIZ

 çağdaş uygarlık düzeyİne ulaşmamız gerekİr mİ?

Evet, kesinlikle!

Ama nasıl, kim için, kimlerle, ne zaman,?

Çağdaş uygarlık bir ulusun malı değildir.

İnsanlığın geldiği ortak bir düzeydir, büyük bir birikimdir.

İnsanlığın geldiği çağdaş uygarlık nedir, ne düzeydedir, diye düşünebildiğimizde ancak kalkınmanın ilk adımını atmış oluruz.

Uygarlık/medeniyet/ civilisation/ Zivilisation… bir toplumun maddi manevi varlıklarını, düşüncelerini, bilimini, sanatını, teknolojisini, canlı türlerini ve ürünlerini tüm unsurlarını kapsayan çok geniş bir terimdir.

“Uygarlık” kavramı ilk olarak Aydınlanma çağında Avrupa’da 18. yüzyılın ortalarında oluşmuştur.

Fransızlar “civilisation” demişler.

Bu kavram ile bir ülkenin ya da bir toplumun " sanatsal, düşünsel, ve maddesel yaşamına özgü olan özelliklerin tümü" anlaşılır.

Aslında “civil” (medeni) sıfatı ise çok daha eskiden var olmuştur.

Tanrı korkusu duyan, toplum yaşamını yasalarla düzenleyen, her türlü vahşetten "uzak" olan uluslar için kullanılmıştır. 

“Uygarlaşma”  bir durumu değil, bir "oluşumu" açıklar.

“Uygar” bir insanın ana niteliklerinin zulümden ve zorbalıktan uzak, adil ve insancıl, hukuka saygılı  bir kişilik olduğu düşünülür..

Günümüzde artık "uygarlık" kavramının ve ölçüsünün "çağımıza uygun" olarak "bilimsel" çizgide ve verilerde inceleniyor olması da kabul edilmiştir.

Bu nedenle eski uygarlıklar ile "çağdaş uygarlık" kavramları ayni değildir.

Uygarlık” ve “çağdaşlaşma" dilimizde dolaşan ve anlamı üzerinde herhangi bir endişe duyulmayan iki terim…

"Çağdaş uygarlık" kavramı ile gelinen en son dönemlerin, tarihsel birikim ile elde edilenlerin günümüzdeki en üst düzeyini anlayabiliriz.

Bunun karşıtı olmak, karşı çıkmak ise "skolastik" düşünce ile "akılcı düşünce", "dogmatik zihin yapısı" ile "özgür ve laik zihin yapısı" arasındadır.

Uzun döneme bakarak bunun için bizim de ilk yapmamız gereken ise "eğitim ve "öğretim"e önem verip, doğru planlamamız gerekir.

Ulusal hedeflerin, ilkelerin de en baştan doğru seçilmiş, çok iyi saptanmış ve uygulanabilir olması gerekir.

Beşeri akla ve bilime, tekniğe, insan ahlakına genel çerçevede ve her bir alanda önem vererek gerçekleştirilecek bir okullaşma dönemine, bir "maarif" sistemine yönelmek gerekir.

Ancak temeli sağlam kuşaklar yetiştirildiğinde en büyük sorunu halletmiş olacağız.

Parlamenter sistem, ekonomi, hukuk, endüstri, ticaret… gibi temel alanlarda, bilimde, teknolojide gerekli olan insanı, "kaliteli insanı" yetiştirmiş olmak gerekir.

Tüm bunların ışığında tabii ki bilinçli, devletine ve de ulusuna önem veren , gurur duyan, güvenen, iyi ahlaka sahip insan modeli yetişmiş olacaktır.

Tam bağımsızlık denilen özelliklerimizi önemsemek zorunda olmalıyız.

Öz güveni olan yurttaşlar en ileri donanımlarla desteklenmiş olacaktır.

Kurallara bağlı, iyi ve doğru sistemleşmiş bir rejime erişmek için çalışılacaktır.

Akıl ve bilimin rehberliğini önemsemek gerekecektir.

Çağdaş ve uygar ülkelerle barış içerisinde iş birliği yapılacaktır.

Ulusal çıkarlar ise her zaman gözetilmeli ve korunmalıdır.

Bu hedefler için ise milli ekonomiye öncelik ve önem verirken sağlam bir "ulusal" burjuvazi oluşturularak göreve çağırılacaktır.

Tarım ve hayvancılık alanında, sanayideki emekçi sınıfında, esnaf ve zanaatkar topluluklarında bilinçli ve eğitimli yurttaşlar yer alsın diye büyük çabalar gösterilecektir.

Sosyal hukuk devleti olduğunda ise bireyler ve tek, tek çalışma alanları güvence altında olacaktır.

Uygarlık denildiğinde tabii ki sanat ve düşünce alanında, felsefede, mantıkta, edebiyatta... da kendini çok iyi yetiştirmiş ve de geçmişinden geleceğe ulaşarak yepyeni yapıtlar sunabilecek yurttaşlar düşüneceğiz.

Varlığımızı koruyacağız., kendimize olduğu gibi diğer insanlara da sevgi ve saygı duyabileceğiz, dilimize ve davranışlarımıza gereken ölçüleri koyabileceğiz.

Kendimize özgü bir çizgi ve uygarlık dünyası oluşturacağız...

Böylelikle hem kalıcı, hem de ileriye götürebilecek kalıcı ve düzeyi yüksek bir uygarlığı kendi özelliklerimizi, değerlerimize uygun olarak oluşturacağız.

Refah düzeyimizi, toplumsal, kentsel yapılarımızı "çağdaş" bir çizgiye çekmiş olacağız.

Yurt ve halkı için çalışmamız, inanmamız ve de hızla gerçekleştirmek için planlı ve bilinçli, bilimsel çalışmamız gerekecektir.

Özellikle cumhuriyetimizin son yıllarında ortada görülen sıkıntıları ve nedenlerini araştıranlar "çağdaş uygarlık" kavramı ve düşüncesi ile karşılaşırlar.

Atatürk de bu konuda daha gençlik yıllarından başlayan araştırmalarında incelemelerde bulunmuş ve fikirler üretmiştir.

Onun görüşüne göre de bir toplumun uygar olabilmesi için “fikri ve zihniyeti de uygar olmalıdır.

Atatürk'ün bu konu üzerindeki düşüncelerini ve fikirlerini araştırmak ve incelemek bugünün temel sorunlarını anlamak için bizlere çok büyük yararlılık ve kolaylıklar sağlayacaktır.

Karşı devrimci olarak tanımlanan zihniyete sahip kişi ve kitleler ne yazık ki hiç durmadan ve fırsat bulabildikleri her yerde çağdaş uygarlığa, akla ve bilimsel bakış açısına karşı çıkmışlardır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin çok zor ve büyük mücadelelerle kurulduğunu ve ilk hedeflerin "çağdaşlaşma ve uygarlık yolunda ilerleme" olduğunu asla unutmamalıyız.

Yapılan tüm yenileşmeler, yatırımlar, devrimler, kalkınma modelleri ile ileri bir "çağdaş" ve uygar (medeni) bir  refah toplumuna erişmek için olmuştur.

Ama, görüldüğü gibi baştaki bu kalkınma ve uygarlaşma hareketi ve zihniyeti yerine daha durağan ve ana ilkelerden ayrılmış dönemler ile büyük bir gerileme içine düşülmüştür.

Türkiye tüm kurumları ve de halkı ile yeniden bir uyanışa ve "aydınlanmaya" yönelmek zorundadır.

Özellikle ulusal günlerde ve her anımsatmada yeniden ve en derin bir merak ve öğrenme isteği ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü düşünmeli ve onu anmalı, incelemeliyiz.

Her ON KASIM geldiğinde ise onu çok daha derinlemesine ve büyük bir özlemle, takdirle, örnek alarak, onu daha iyi tanımaya yönelerek anmalıyız.

Bize düşen aslında, eğer "kalkınan" ve "çağdaş uygarlık yolunda" ilerleyen bir Türkiye istiyor isek, ATATÜRK'ün ana hedeflerini ve fikirlerini çok iyi kavramaktır.

Bugün için dijital çağın olanakları ile internette bulunan tüm kaynaklar bize açıktır.

Onlardan yararlanıp, araştırma, inceleme ve derlemeler de yapabiliriz.

Göreceksiniz, Atatürk kendi yazılarında, düşünce ve fikirlerinde, anlattıklarında bizlere çok doğru olanı gösterecek ve umutla, bilinç ve öz güven ile ileriye bakabilmemizi sağlayacaktır.

Bağımsızlık üzerinde onun düşüncelerini okumak ve incelemek bizlere günümüz dünyasındaki birçok sıkıntının, sömürünün arkasındaki nedenleri anlamamıza yararlı olacaktır.

"Çağdaş bir devlet olmak neden önemlidir", "demokratik hukuk devleti olmanın anlamı nedir", diye düşünce üretmek, dünya üzerindeki sistemleri, ilişkileri daha iyi anlamamıza yararlı olacaktır.

Dünya insanlık tarihi ne geri döndürülebilir, ne de çağdaşlaşma ve uygarlaşmanın önü kesilebilir.

Özellikle de "yüksek teknolojinin" çok büyük bir hızla geliştiği ve yaşamın her alanında yenilikler sunmaya başladığı günümüzde bizim de, Türkiye'nin de başka bir düşüncesi ve yolu yoktur.

Öte yandan yine biliyorum ki egemen güçlerin evrensel bir bakış açısı ile ülkeleri ve halklarını etkilemek, özgür iradelerini ele geçirmek, onları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek konusunda (açıkça görülmeyen) büyük ve sistemli çalışmaları vardır.

Bunlara karşı durabilmek son derece de güç olmasına rağmen bilinçli bir yurttaş, sağ duyusu güçlü insanlar olarak

kendimize, halkımıza ve devletimize sahip çıkabilmeliyiz.

Evet günümüz dünyası pek de kolay değil, hemen kanabileceğimiz o denli çok "şey" var ki…

Üzerimize düşenin neler olduğunu, nasıl davranmak ve düşünmek gerektiğini çok iyi irdelediğimizde anlayacağız ki asla boş ve gereksiz şeylerle zaman harcamadan ve tuzaklara düşmeden, sağ duyulu yurttaşlar olmayı hedefleyeceğiz.

Biliyorum, toplumda sınıfları atlamak, birden "çok büyük olanaklar" elde edebilmek, para, iktidar, güç sahibi olmak çok zor, bizim için tek, tek yurttaşlar için büyük sıçramalar yapabilmek nerede ise "imkansız"…(olanak dışı)

Yine de ilkesel davranıp, kendimizi koruyup, yetiştirerek, bilgi ve bilinçle ve de umutla ileriye bakabilmemiz gerekecektir.

Sevgi ve saygı dolu aydınlık, sağlıklı günler diliyorum…

.  Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 13.11.2022

*************************************************************************


 

5 Kasım 2022 Cumartesi

EĞİTİMİ ULUSALLAŞTIRMADAN HİÇ OLUR MU?

 - Eğİtİmİ ulusallaştırmadan hİç olur mu?

Eğitim sistemini sıradan gibi görmekten vazgeçip, en önemli konu olarak düşünmeliyiz.

Çünkü yetiştireceğimiz kuşakların niteliği, donanımı geleceğin belirleyicisi olacaktır.

Yapılan temel yanlışlar ile kalkınma olmaz, çağdaş ve uygar bir topluma erişilemez.

Ne istediğimizi, nasıl bir ülke nasıl bir toplum istediğimizi en baştan, en doğru bir biçimde bilip, seçip, kavramadığımızda yıllar ve kuşaklar boşa geçip gider.

Eğitim, öğretim, maarif… en akıllı ve en "bize yararlı" bir biçimde ve içerikte olursa ancak diğer tüm gerekenler bunlara bağlı olarak yön bulur.

İnsanı yetiştirecek ve onları en değerli ve yararlı bir duruma ancak gerçek bir MİLLİ EĞİTİM ile getirebiliriz.

Bunun içinde de "öğretmen" varlığı en önemli olandır.

Öğretmenlik mesleğinin durumu, niteliği ise ülkenin geleceğidir.

Öğretmenlik kendi başına, birçok ana özellikleri olan bir meslektir.

Öğretmenlik ulvi (yüce) bir meslektir, diye her yerde ve her zaman söylenmiştir.

Ülkenin geleceğine yön verecek ve geleceğin kuşaklarını, insan gücünü eğitecek, yaşama hazırlayacak olan "öğretmen"dir.

Bir ülkenin, bir toplumun geleceğine değer katan ve yönlendiren eğitim ve öğretimdeki uygulanan hedefler, yöntemler ve zihniyettir.

Çağdaş bir ulus devletin sosyal içerikli, bilimsel bakış açısına yönelik eğitim ve öğretimde ayrımcılık yapmayan bir "eğitimde birlik" modelinin olması kesinlikle çok önemlidir.

Bu okullarda görev alıp çalışabilecek öğretmenlerin düzeyi, kişisel gelişimleri ve mesleklerine olan yönelimleri de çok önemlidir.

Bu nedenledir ki öğretmenlik "kendi başına eğitim ve öğretimi olan bir meslek" olarak görülmeli, kabul edilmeli ve tüm maarif sistemi bu yönde kurulmalıdır.

Bazı mesleklerde olduğu gibi öğretmenlik bir uzmanlık ve ruh isteyen özel bir meslektir.

Her şeyden önce ilk adım olarak öğretmenlik için "öğretmen okulları" olmalıdır.

Nasıl ki bir hekim, bir mühendis, bir subay olabilmek için bu meslekler için belirlenmiş okullar gerekiyor ise ve de ancak bu okulları bitirenler o alanda çalışabiliyor ise öğretmenlik de böyle olmalıdır.

ÖĞRETMEN olabilmek için "önceden belirlenmiş hedefleri" olan, "belirlenmiş bir öğretim programı" ve "eğitim anlayışı" ve de "yöntemleri" olan bir "çağdaş OKUL"da okumuş olmak gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti olarak uzun yıllar başarılı bir biçimde işlerlik göstermiş olan "İlköğretmen okulları" ülkenin eğitim atılımında ve genel yayılımında çok büyük görevleri başarı ile yerine getirmiştir.

Okulun süresi çok da önemli olmayabilir diye düşünerek bu okulların hiç zaman yitirmeden, ve günün koşullarına göre donatılarak yeniden "Türk Milli Eğitim Sistemi"ne kazandırılması gerekir.

"En önemli temel" olarak görülmesi gereken "ilköğretmen okulları"nın ülke genelinde düzenli ve eşit olarak yayıldığını ve "parasız, yatılı ve çağdaş" olanaklara sahip yapılanmaları ile geleceğe en iyi ve en güvenilir alt yapıların sağlanacağına inanmalı ve onlara bu anlamda güvenmeliyiz.

Sağlam bilgi ve bilinçle donatılmış bu okulların öğrencileri okullarını bitirdiğinde ülkenin her yerinde görev alabilecek güç ve mesleksel donanımla öğretmen olacaklardır.

İlköğretmen okullarının mezunlarının ön görülen çalışma ve görev yapma sürelerinin bitiminde üst ve ileri eğitim ve uzmanlaşma dallarında ek tahsil yapmaları da çok iyi planlanmalıdır.

Böylelikle de ilköğretimin ardı sıra gelen okul sıralamasında görev alabilecek öğretmenlere de çok iyi bir temel ve uzmanlaşma sağlanabilir.

Bu konunun tümünde esas olan "çağdaş ve uygar bir milli eğitim" düşüncesi ve onun ışığıdır.

Bu anlamda her bir yurttaşımızın düşünmesi, araştırması, incelemesi ve fikir yürütmesi beklenilmeli ve sevinçle karşılanmalıdır.

Özellikle de uluslararası emperyalizme karşı direnmiş ve onların ülkeye olan saldırılarını durdurmuş ve geri püskürtmüş olan Türk Kurtuluş savaşı sonrasında kurulmuş ve çok büyük atılımlarla dünyada kendisini kabul ettirmiş Türkiye Cumhuriyeti'nin bugün de yeni tür bir baskı ve saldırı altında olduğunu görerek düşünmek gerekir.

"Yetenekli, bilinçli, öz güveni yüksek, kaliteli çağdaş bakış açısı kazanabilmiş yurttaşlar" hedeflenmelidir ki yüksek teknolojinin, bilimin gittikçe çok daha önem kazandığı bu tarihsel dönemde Türkiye ileri bir refah toplumu olabilmek, her türlü "baskı ve sömürüye karşı" koyabilmek için atılımlar yapabilecek, üretebilecek kuşaklar kazanabilsin.

Bunun ilk ve temel yolu olan ilköğretimde çok güçlü olmamız ve oralarda görev yapacak öğretmenlerin çok iyi donatılmış ve yetiştirilmiş olması gerekmektedir.

Paralı ve özel okullar yerine tüm ülkenin "çağdaş gereksinimlere göre" donatılmış ve yayılmış DEVLET okullarına gereksinimi olacaktır.

Eğer, belli konularda ve alanlarda olmak üzere ayrıca yetiştirilmek, desteklenmek isteniliyor ise ancak seçmeye açık özel kurumlar olabilir ve aileler çocuklarını oralardan destekleyici kurslar almak üzere gönderebilirler.

Bu bakış açısı da görüldüğü gibi en temel varlığını "ulus devletten" ve bir "demokratik hukuk devleti" olarak yeniden "çağdaş" yapılanmadan geçilmesi gerektiğine dayanmaktadır.

Ülkenin her yerindeki yurttaşlar bir "bütün" olarak kabul edilip, eşit hak ve özgürlüklerle birlikte bu temel eğitimden hak sahibi olup, pay alabilmelidirler.

Yoksul ve yoksun ailelerin çocukları de en az varsıl ve güçlü aile çocukları kadar devletin kendilerine sundukları olanaklardan yararlanmalıdır.

Büyük bir eşitlik ve özgürlük ruhu ile temel ve sağlam bir ilköğretim okullaşmasından sonra ise üst okul türlerinin de ayni düşünce çerçevesinde olgunlaştırılması ile bilgili, donanımlı, pratikler yapabilen, ileriye bakabilmek isteyen çalışkan kuşaklar yetiştirilecektir.

Bir diğer bilinen ve başarılı olarak da çok takdir görmüş olan Köy Enstİtüsü modeli, geniş olanakları, uygulama alanları ve çok "çeşitli meslek öğretim" olanakları ile yine ve yeniden düşünülmelidir.

Bu iki önemli model uygulanabildiğinde ise "hızla kalkınan" bilinçli ve dirençli bir toplumun ana temelleri atılacaktır.

Kalkınan bir toplum, "kendi kendisine yeten" ve "üreten" bir toplum olarak bilimde, tarımda... en ileri ve yaygın düzeyi hedeflememiz gerekmektedir.

Evet, bu gerçek hedeflerin doğru saptanması ve onlara ulaşılabilmesi için ise temel ve örgün, yaygın bir "milli eğitimi" seçip, uygulamamız gerekmektedir.

Tüm bunlar için ise "partİler üstü" düşünüp, ülkenin varlığı ve halkın çıkarları için fikir üretebilmek gereklidir.

Bize gerekli olan deneyimsel ve fikirsel gerçekler ise önderimiz Gazİ Mustafa Kemal Atatürk'tür.

Özellikle bugünün çok sıkıntılı ve sancılı döneminden çıkabilmek ve geleceğe güvenle bakabilmek için "ülkemizin her bir yurttaşı"nın başka düşünceleri ve kandırılmaları, kullanılmaları… görüp, "ülkenin ve tüm toplumun birliği ve direnci" için ATATÜRK Türkiyesi'nin kuruluş ilkelerini ve onun temel hedeflerini de çok iyi kavrayabilmelidir.

Günlük sıkıntılar içinde boğuşurken geleceğe yönelik düşünce ve fikir üretmek asla unutulmaması ve üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.

Bunu da önemseyerek ve eleştirel çağdaş, bilimsel düşünceden asla vazgeçmeden fikir üreten insanlarımız olmalıdır.

Geleceğin aydınlık ve huzurlu toplumunu isteyebilmek, bizler için en sağlıklı düşünce olacaktır.

Güzel günlere…

Hoşça kalın…

.    Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 05.11.2022, MŞ.


4 Kasım 2022 Cuma

FOS ÇIKANLAR

   FOS ÇIKANLAR            

Her zaman yaşamımızın her bir döneminde birçok insanla karşılaşırız.

Çeşitli insanlarla çok da çeşitli yerlerde zamanı, yaşamı paylaşırız.

Bu insanlar bizim mahallemizden, komşularımızdan da olabilirler.

Belki de yatılı okul arkadaşımız, sınıf arkadaşımız ya da bir iş yeri arkadaşımız da olabilir.

Belki de onlar bizim akrabalarımız, hısımlarımız da olabilirler.
Kendi ailemizin içinden birileri de olabilir.

Ya da siyaset dünyasından tanıdığımız bir ünlü kişi olabilir...

Belki de çok sevdiğimiz ve çok da tanınmış bir yazar olabilir...

Onlarla birlikte "ortak duygular" ediniriz.

Birlikte çalışırız, çeşitli işler yaparız.
”Ne kadar güzel, ne kadar iyi”... diye sevindiğimiz çok zaman olmuştur belki de...

… Ama gün gelir ki “bakış açımız” birden değişiverir.

Öyle bir an gelmiştir ki o kişinin hiç de bizim "algılamak istediğimiz" gibi bir insan olmadığını anlayıvermişizdir.

Yeni olaylar, gelişmeler onların hakkındaki düşüncelerimizi, duygularımızı, bir başka gerçeği "anlamamıza" yardımcı olurlar.

Onların hiç de öyle sandığımız gibi olmadığını açıkça görmeye başlarız.

Yaptıkları işler, ortaya attıkları fikirler, yeni siyasi görüşleri, iş birliği yaptığı kişiler, kitleler…tamamen değişmeye başlamıştır.

Onlar artık bizim için “içi boş” ve güven vermez, fos insanlar durumuna düşmüşlerdir.

Dışarıdan bakınca “tam inanılacak birisi” imiş gibi görünenler...

Günün koşulları değiştiğinde ya da belki de “çıkar ilişkileri” nedeni ile onlar artık bizim tanıdığımız kişi olmaktan tamamen uzaklaşmış olabilirler.

O kişiler kendisini çok iyi yetiştirmiş, geliştirmiş, donanımlı… kişiler olarak tanınmış da olabilirler…

Çok iyi okullara gitmiş de olabilirler, önemli mevkilere gelmiş bile olabilirler…

İyi bir meslek edinmiş ve işinde gücünde başarı ile çalışmış da olabilir.

Kişiliği gelişmiş, dürüst ve güvenilir birisi olduğunu da düşünmüş olabiliriz.

Hatta onun ile, onlar ile yıllarca ortak mekanlarda bulunmuş ve "arkadaş" olmuş olabiliriz.

Ortak zamanlar geçirmiş, bir masa etrafında oturmuş, sohbet etmiş olabiliriz.

Bu insanları iyi "dost" olarak da düşünmüş olabiliriz.

Onların da bizi bir "dost" olarak gördüğünü düşünüyor olabiliriz.

Arkadaşlar arasında olması gereken “dürüst” ve samimi, “güvenilir ilişkiler” beklemiş olduğumuzu düşünüyoruz...

Ama, bir de bakıyoruz ki "bu arkadaş" bizim beklediğimiz tutum ve davranışları gösteremiyor.

Kişilik özellikleri, ana karakter yapısı o kişinin hiç de sandığımız gibi birisi olmadığını ve değişmiş olduğunu gösteriyor.

Zaten, epeydir de o kişilerin bizim dostluğumuza ve güvenimize layık olmadığını düşünüyor olduğumuzu bir "daha açıkça" görebiliriz.

Bizi "kolayca atlatabilen", bize bir "değer vermeyen", "umursamayan" ve de yıllardır arayıp, sormayan bu kişiler artık "bize daha fazla yük" olmadan onları kendi yollarına bırakmak gerekir.

Özellikle de son yılların getirdiği “zihin yönetimlerinin” etkisi ile ve de elektronik iletişim olanaklarının kullanılması ile bu tür ilişkiler çok daha açığa çıkabiliyor.

İnsanlar kendi sağlam ve dirençli kişiliklerini korumada, özgün bir irade göstermede çok zorlanıyorlar.

Günümüz yetişkinlerdeki bu iç dünya dengesizliği, içine düştükleri çelişkiler, kompleksler, süper egoların elinde tutsak olmalar, tatminsizlikler, doyumsuzluklar... sanki 24/7 hep kendini kıyaslamalar... sonucu oluşa gelen bir “kişilik bozukluğu” olmasın?

Bu durumlarla, böylesine ilişkilerle çok düzenli ve hoşnut yaşayabilenler, karşılıklı “beğeni ve övgü” alış-verişinde bulunanlar için tabii ki söylenecek hiç bir şey yok...

Nasıl oluyor da çok değer verdiğimiz o "kişi" birden bambaşka gözüküyor gözümüzde...

Belki de biz kendimiz bir "hayal" kurup, ona "inanmak" mı istedik?

Ya da o kişi zamanla kendini geliştiremedi, yenileyemedi, kişiliğini düzgün özelliklerle donatamadı, sorunları ve iç kargaşaları artan birisi oluverdi yaşamın içerisinde...

İnsan kendince, kendini denetlemeli, değerlendirmeli, öz değerleri ve “ilkeleri nelerdir” diye düşünebilmeli ve bunların sonucunda da "eski-yeni" tanıdıklarını çok daha iyi gözden geçirmeli...

İstemek ve istenmek biraz da "seçiciliğe" bağlı değil midir?

"Seçici" olabilmek, "elit" olabilmek kötü bir şey değildir ve de para ile, zenginlik ile, soy ile de ilişkili değildir.

Özgün davranmak, ancak değerli insanlarla dost olabilmeyi seçmek kötü bir özellik değildir.

Zorla devam etmesi gereken ilişkiler, sahte dostluklar, “içi boş” kavramlar gibidir, insanı yıpratır ve yorar.

"Dürüstçe" incelediğimizde, "düşündüğümüzde", "adilce" değerlendirip bir "karar" verdiğimizde zaten çok daha hafiflediğimizi, ferahladığımızı göreceğiz.

Bizim de tanıdığımız böylesine içi bomboş çıkan, "FOS" çıkan insanlar olmuştur...

Onlar her zaman yine de kendilerinin “çok önemli” ve dolu, dolu olduklarına inananlardır.

"Zaten çevrelerindekiler de "hep ayni çember ve kültür içinde" toplanmış, hep ayni şeyleri konuşan insanlardan oluşmuştur......"

"Hiç bir zaman da kendilerini geliştiremedikleri gibi, donanımlı ve öz güvenli olanları da beğenmezler, küçümserler” ve hatta yanlarına bile yaklaştırmak istemezler.

Kendilerinden başka da kimseyi beğenmeyen ve hatta kitleleri peşlerinde sürükleyenler bile olmuştur.

Özellikle siyaset dünyasında partilileri, seçmenleri çok etkilemiş olan “ama” son bir anda, nedense bilinmez, birden değişen ve bambaşka davranışlarda bulunan, aslında "umut" vaat eden önemli kişiler de var olmuştur.

Tarih bu oluşumların “nedenlerini” ileride ortaya koyacaktır.

Bu durumda yapacak bir şey kalmamıştır.

Üzülen, şaşıran beklediğini bulamamış birçok insan kalmıştır geride…

“Yapacak bir şey yok artık”, demek zorunda kalırız.

Giden gider, yitirmek isteyen yitirir...

Gerek özel yaşamımızda gerekse de toplumsal yaşamda insanlarla olan ilişkilerimiz bizleri işte böylesine şaşırtabiliyor, üzebiliyor.

Özellikle de günümüzün yoğun siyasi tartışmalarında öne çıkan, çıkmak isteyen siyasetçilere çok daha “dikkatlice” bakmak yararlı olacaktır.

Ne denli özgür ve bağımsız düşünüp, davranabilir isek o denli çok daha “huzurlu” ve “mutlu” yaşayabiliriz.

Daha akılcı, eleştirel ve sağlıklı düşünmek bizim için en iyi yöntem olacaktır.

Biz de kendi huzurumuza ve yaşamımıza bakıp, bu durumlardan dersler çıkaracağız.

Tüm bunları yanı sıra FOS ÇIKAN birçok kurum da oldu ne yazık ki…

Çok inandığımız, güvendiğimiz, varlığımızın en sağlam temellerinden olduğunu düşündüğümüz bazı kurumların da zamanın koşullarına boyun eğerek FOS ÇIKTIĞINA tanık olduk, oluyoruz.

Bunun bir toplum için, bir devlet için ne denli üzücü ve de onarılması son derece güç olduğunu da ancak sağ duyulu bilinçli yurttaşlar anlayabilmektedir.

Bu tür FOS ÇIKAN kurumlar yöneticileri ile, önde gelenleri ile birlikte ne yazık ki zamana ve bazı güç odaklarına yenilip, tavır değiştirmiş olmalılar…

Örnek bir çağdaş ve uygar, kalkınan TÜRKİYE CUMHURİYETİ'nin temel kurumlarının ve onların temsilcilerinin bizler için geleceğin Türkiye'si için yapabilecekleri ne denli yararlı işler ve görevler vardı, sorumluluklar ve yükümlülükleri vardı…

İnsan olan hem kurumların hem de öylesine tanıdığı güvendiği kurumların FOS ÇIKMASINDAN son derece üzülüyor…

Yine de ne kendi öz güvenimizden ne de umutlarımızdan şüphe etmeden yarınlar için yaşamaya ve çalışmaya devam edeceğiz.

Saygılarımla...

.      Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 04.11.2022

    * FOS: Temelsiz, içi boş, değersiz, çürük, boş, kof, yararsız olan…